Yaklaşık yirmi saatlik bir yolculuktan sonra uçağımız sonunda Seul Incheon Havalimanına iniş yapıyordu. Pilotun erkeksi ve tok sesiyle gözlerimi aralamış, yanımda ağzı açık esneyen yarı baygın Güneşe baktım.
Ardından bakışlarımı Güneş'ten alııp yolculuğun verdiği yorgunluk ve uyku mamurluğuyla penceremden dışarıyı görmeye çalıştım. Akşam olmasına rağmen Seul tüm görkemiyle ayaklarımız altındaydı. Binaların ışıltısı eşsiz bir gece manzarası sunuyordu. Gözlerimi alamıyordum bu güzel ışıltılı manzaradan. Nasılda özlemişim burayı!
Bir heyecan dalgasıyla kalbim küt küt atmaya başlamıştı. Hem buraya tekrar gelebilmenin heyecanını, hem de yapacağımız işlerin ve yapacağımız anlaşmanın heyecanını yaşıyordum. Bir de daha önceden burada tanıştığım üç, beş güzel arkadaşlarımı göreceğim diye heyecanlanmıştım.
Onlara geleceğime dair mesaj göndermiştim. Hepsi sevinmiş görüşmek için can atıyorlardı. Fakat bir kaçı artık Seulde yaşamıyordu. O yüzden işten fırsat bulursam onları görmeye diğer şehirlere gideceğim. Hem onları görmüş olurdum hem de yeni şehirler görüp, tanımış olurdum.
Normalde uçakta cam kenarlarını pek sevmezdim. Çünkü biraz yükseklik korkum vardı. Fakat Seulun muhteşem ihtişamlı gökdelenlerini, yeryüzüne inen yıldızlar gibi parlayan ışıklarını görmekten kendimi alıkoyamazdım.
"Olmak istediğim yerdeyim" diye geçirdim içimden.
Güneş camdan dışarıya baktığında gözleri heyecanla açılmıştı. Sanki az önce ağzı açık esneyen benmişim gibi "Elya! Başardık! Sonunda hayallerimize bir adım daha yaklaştık!" diyen Güneşe çevirdim bakışlarımı.
"Başardık!"dedim heyecan ve uyku kokan sesimle. Kendimize has el işaretimizi Başardık! manasında yapıp gülüştük.
"Karşılama ekibi geldi mi acaba? Gecenin bir vakti kurtlara yem olmayalım. Zaten heyecandan altıma edeceğim kurtlarla karşılaşırsak vay anam halimize!"
Güneş uçağımızın şehre gece varacağımız için biraz ürkmüştü. Ancak burası dünya suç oranında en düşük ülkelerden biri çıkmıştı. Tabi her ülke de olduğu gibi burada da pek tekin olmayan yerler olsa da burası bizim ülkemizden daha güvenilir olduğu ortadaydı.
"Kızım yeter Allah aşkına. Tabi ki gelmişlerdir. Anacım dünyanın en ünlü kozmetik şirketiyle anlaşma yapmaya geliyoruz ve bizi unutacaklar ha? Uçağa binmeden kimlerle konuştuk biz? Hem merak etme Güneşcan, seni kimselere yedirtmem ben" dedim arkasını sıvazlayarak.
"Konuştuk tabi de belli olmaz şimdi. Yol sokak bilmeyiz ne yapacağız sonra" diye yakınırken, tek kaşım havada ona bakıyordum. Bu kız cidden bunamıştı. Sanki ben daha önce burada yaşamamıştım ve yol sokak bilmiyordum.
"Bazen benim daha önce burada yaşadığımı unutuyorsun gibime geliyor. Acaba gerçekten bunadın mı?"dedim alayla.
"Tamam, belki heyecandan unutmuş olabilirim ama hayır canım bunamadım"dedikten sonra hala pencereden aşağıya bakıyordu.
Uçaktan inip, pasaport kontrollerimizi de yaptıktan sonra telefonlarımıza sarılıp ailelerimize mesaj attık. Daha sonra bagajlarımızı da elimize alarak, çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladık.
Bu süre zarfında telefonum çalmıştı. Ah niye bu telefon daha iyi bir zamanda çalmıyor ki! Elimde iki valiz, sırtımda sırt çantamla zaten eziyet çekiyordum. Şimdi paltomun cebinden kim telefonu çıkartacak.
Güneşi durdurarak köşeye geçtim. Arayan şirket sahibinin baş asistanı Bayan Kimdi. Kadının birkaç Türkçe cümle öğrendiğini biliyordum. Çünkü buraya geleceğimizin kesinleştiği günden belli kadınla iletişimdeydik ve bizimle daha iyi anlaşmak için Türkçe birkaç kelime öğrenmişti. Ayrıca burada bizzat kendisi bizimle ilgilenecekti. Çok iyi bir kadına benziyordu aslında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Kalbi
Fiction générale"Seni Bulacağım Elya!" "Seni Seviyorum" Herşey kendisine hediye olarak verilen bir kolyeyle başladı. Taktığı bu kolye ile iki dünya arasında, geçmişle gelecek arasında kaybolan Elya kendi dünyasına dönmenin yolunu bulabilecek miydi? Yoksa uzun zaman...