Sabah evden Haya ile çıkmıştık. Haya ne kadar benimle kapıya kadar gelmeyi ısrar etse de oraya yalnız gidebileceğimi söylemiştim. Sonuçta her gün benimle gelemezdi değil mi?
Hem artık az çok burayı da öğrenmiştim. Bunu kendim yapabilirdim.
Haya'yı Okta dedenin dükkanına bıraktıktan sonra üzerimde hissettiğim ufak tefek bakışlarla sarayın yolunu tutmuştum. Aslında eskiye göre bakışların çoğu azalmıştı. Yani yine bakıyorlardı ama eskisi gibi değildi. Artık benim Doktor Uriya'nın "melez" kızı olduğumu biliyorlardı.
Yürürken az ileri de o takıcı ajummayı görünce ona gülümsedim ve "Günaydın ajumma!" dedim. O da bana samimi bir gülümsemeyle "Günaydın kızım" dediğinde içim sıcacık olmuştu.
Tezgaha doğru yaklaştım ve gözlerim yine kelebekli tokaya gitti. Fakat gözlerim ne kadar arasa da tokanın tezgahta olmadığını fark etmiştim. Kelebekli toka yoktu.
Kaşlarımı hafifçe çatıp dudaklarımı büzdüm ve "Ajumma benim beğendiğim kelebekli toka yok mu" dedim hafif telaşla.
Kadın mahcupça "Onu genç bir adam aldı güzel kızım"diye üzülerek cevap vermişti. Hadi ama ya! Onu ilk maaşımla ben alacaktım!
O genç adam onu ne yapacaktı ki? Kendisi mi takacaktı? Neyse belki de sevdiği birine hediye etmek için almıştır. Adam ne yapsın? Sonuçta üzerinde "Bu toka Elya'nın almayın!" yazmıyordu ya!
Üzülerek "Başkasının almadına üzüldüm. Neyse şansım yokmuş. Umarım sahibi memnun kalır" diyerek iç çektim.
Gözlerimi tezgahta gezdirdim. Belki başka bir tane beğenirdim. Fakat ne yazık ki aklım hala o tokadaydı. Derin bir nefes alıp tebessüm ettim ve "İyi günler ajumma!" diyerek kadının yanından ayrılıp sarayın yolunu tuttum.
Zaten bende şans olsaydı iş başka olurdu...
Beğendiğim toka sıradan bir toka olabilirdi ama çok hoşuma gitmişti. Hem onu buradaki ilk maaşımla alacaktım. Buradaki hayatıma adapte olmaya çalışırken bir nebze olsun emek ettiğim bir şeyle kendime o tokayı alacak ve mutlu olacaktım.
İç çekerek ve yere bakarak yürürken o kadar dalmışım ki üzerime doğru hızla gelen atlı askerleri görmemiş, koşuşturma seslerini duymamla başımı yerden kaldırmıştım. Fakat çok geçti çünkü atlı askerler üstüme doğru çok hızlı geliyordu ve ben öylece donup kalmıştım.
Ayaklarımı sanki hareket ettiremiyor, gözlerimi kocaman açmış üzerime doğru gelen atlı askerlere bakıyordum.
Son anda birinin beni çevik bir şekilde kolumdan çekmesiyle ve çeken kişinin kucağına, daha doğrusu kollarının arasına girmem bir olmuştu.
Gözlerimi panik ve korkuyla açmış beni tutan kişinin göğsüne doğru bakıyordum. O kadar yakındık ki burnum göğsüne değiyordu.
Kalbim panikle deli gibi atarken burnuma gelen kokuyu içime çektim. Tanıdık koku.
Yutkunarak gözlerimi kırpıştırdım. Beni sıkı sıkı tutan kişinin yüzünü görmek için başımı yukarıya kaldırdığımda tanıdık badem gözler karşılamıştı beni.
Badem gözlü. Bay Konuşmayan.
Beni kollarında sımsıkı tutarken yüzünün yine saklı olduğunu gördüm. Kokusu ciğerlerime dolarken pür dikkat gözlerine bakıyordum. Onu ilk defa bu kadar yakından görüyordum. Yani nehir kenarında onu görmüştüm ama bu kadar yakından değildi!
Gözleri çok... Çok güzel ve tanıdıktı.
Bir anda aklıma gelenle yani bulunduğumuz konumla yanaklarıma kanın hücum ettiğini hissetmiş ve anında açılan gözlerimle hemen onu ittirip geri çekilmiştim. Resmen adamın kolları arasında öylece duruyordum!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Kalbi
Ficção Geral"Seni Bulacağım Elya!" "Seni Seviyorum" Herşey kendisine hediye olarak verilen bir kolyeyle başladı. Taktığı bu kolye ile iki dünya arasında, geçmişle gelecek arasında kaybolan Elya kendi dünyasına dönmenin yolunu bulabilecek miydi? Yoksa uzun zaman...