Yatakta dönerken bedenimin her bir noktasının ağrıdığını ve tutulduğunu hissettim. Üstelik sanki yatağımda değil de yerde yatıyordum. Çünkü yattığım yer çok sertti.
Kaşlarımı çatarak gözlerimi araladım. Başıma şiddetle ağrı girdiğinde kaşlarımı daha da çattım.
"Offffff!!" Diyerek elimle başımı tuttum ve gözlerimi kapatıp açtım. Tekrar ve tekrar. Bulanık olan gözlerim giderek netleşirken, beyaz yüksek tavanla bir süre bakıştım ve o anda odamda olmadığımı fark ettim.
Başımı hızla sağ tarafa çevirdim ve etrafıma bakındım. Şu an laboratuvarın gri zemininde bir altmış yatıyordum. Üstelik bu soğuk zeminde!
Peki bu nasıl olur? Yani muhtemelen bayılmıştım ama nasıl bayıldım orasını hatırlayamıyorum.
Belki de tansiyonum falan düştü de bayıldım. Ancak nedense bayılma anımı hatırlamıyorum. Hafifçe bedenimi soğuk zeminden kaldırıp yerde oturur pozisyona geçtim. Boynumu tutarak gerinme hareketleri yaptım ve yavaşça ayağa kalktım.
Acaba kaç dakikadır baygındım?
Biri yokluğumu fark edip de gelip bana bakmadı mı hiç?
Bedenim o kadar çok ağrıyordu ki bayılırken fena düşmüştüm herhalde. Etrafıma bakınarak buraya ne yapmaya geldiğimi hatırlamaya çalıştım.
Elimi saçlarımda gezdirerek "Ben buraya neden geldim ya?" dediğimde aklıma gelen şeyle kendimi alkışladım.
Güneş'e tüpleri götürecektim.
Kız ağaç oldu belki de ama öyle olsa, yani merak etseler gelip beni bulurlardı değil mi?
Belki de kısa süreli bir baygınlık geçirip de kendime gelmişimdir?
Sahi saat kaçtı?
Elimdeki kol saatine baktığımda aslında çok da bir zamanın geçmediğini gördüm. Tam tahmin ettiğim gibi bir anda tansiyonum düşmüştü herhalde ve ardından hemen kendime gelmiştim.
Fakat saatlerdir uyuyor gibiyim her nedense?
Gözlerimi araladığımda resmen deliksiz bir uykudaydım sanki.
Acaba başım falan mı döndü de ufak bir baygınlık geçirdim?
Bu çok tuhaftı. Neyse buna sonra kafa yorabilirim. Güneş beni bekliyordur.
Masanın üzerinde duran boş tüpleri aldım. Demek ki tüpleri dolaptan aldıktan ve masanın üzerine bıraktıktan sonra bana olan olmuştu. Başımı sağa sola sallayıp derin bir nefes aldım ve laboratuardan çıktım.
Güneş'in bulunduğu laboratuara doğru yürüdüğümde içimde garip bir his vardı. Çok farklı bir his ama ne olduğunu bilmiyordum. Sıkıntı? Üzüntü? Heyecan? Bilmiyorum. Sanki çok büyük bir duygu karmaşası içerisindeydim.
Güneş'in bulunduğu laboratuara girdiğimde eski kırılan tüplerin temizlendiğini gördüm.
Güneş gülümseyerek minnetle bana baktı ve "Ah teşekkür ederim Elya!" dediğinde ona gülümseyip tüpleri masaya bırakacağım sırada ismimi duymamla bir anda kulaklarımda bambaşka birinin sesi yankılanırken aklımda da belli belirsiz beliren görüntüler belirdi.
"Elya! Aç gözlerini! Gözlerini kapatma, bana bak Elya!"
Kulaklarımda duyduğum bu ses ve bulanık görüntülerle birden bedenim titredi ve sanki olduğum yerde yer sarsıldı. Hızlıca elimdeki tüpleri bırakıp masaya tutundum ve gözlerimi sımsıkı kapattım.
Tüpleri hızla masaya bırakmamla birkaç tanesinin yere düşüp kırıldığını duydum. Ancak gözlerimi açamıyordum. Sanırım bana yine bir şeyler oluyordu. Bedenim deli gibi titremeye başladığında ellerimi yavaşça kulaklarıma götürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe'nin Kalbi
Fiksi Umum"Seni Bulacağım Elya!" "Seni Seviyorum" Herşey kendisine hediye olarak verilen bir kolyeyle başladı. Taktığı bu kolye ile iki dünya arasında, geçmişle gelecek arasında kaybolan Elya kendi dünyasına dönmenin yolunu bulabilecek miydi? Yoksa uzun zaman...