iki hafta.
koskoca iki haftayı bomboş geçirmem benim için kâbustan da öte bir olaydı. ciddi ciddi yatak, lavabo ve mutfak harici dışarı bile çıkmamıştım. açık balkon kapısı ve asla kapanmayan televizyon ekranı dışında ışık bile yanmamıştı evde. telefonumun geçen hafta şarjı bitmişti mesela. şimdi nerede olduğunu sadece tanrı biliyordu.
işin garip tarafı düşünmeyi bırakmıştım. şu an hayatımı playboi carti gibi yaşıyordum yani.
"you know it's playboi carti baby."
tam da bunu düşünürken carti'nin sahaya girişi de tıpkı benim ortalığı karıştırıp yok olmam gibi etkileyici bir şeydi bence. ama benim travis scott erama girip tüm odakları yine kendime çekmem gerekiyordu çünkü biraz daha bu hayata devam edersem oksijensiz solunuma başlayacaktım. bu yüzden ayağa kalkıp biraz esnemeye çalıştım.
"gecenin bu saati de ne bok yiyeceğim amına koyayım, hep yanlış zamanda geliyor bu motivasyon."
söylenerek nereye koyduğumu asla hatırlamadığım telefonu aramaya başladım evin içinde. yaklaşık on dakikanın sonunda da balkonda yere düşmüş bir vaziyette bulmam beni şaşırtmadı. şarj aletini de bulduktan sonra telefonu şarja takıp iki haftadır paslanmış lambaları yaktım. gözüme giren soğuk sızının tarifi yoktu.
yatak odasına vardığımda perdenin de iki haftadır kapalı olduğunu fark ettim. e madem bir şeylere başlıyoruz, bundan cümle alemin haberi olmalıydı. fakat bu başka bir cümle alem.
perdeyi de açtıktan sonra dolaptan giyecek bir şeyler aramaya başladım bu defa. gözüm asla pencereye değmiyordu inadına. zaten şu süreç içinde aklıma da çok gelmemişti.
belki de tek taraflı enerji eşit duruma düştüğü içindir.
siyah bir tişört ve yine siyah bir eşofmanı katından çekip aldım hızlı bir şekilde. duşa girme planımı dışarı çıkmakla noktalamayı düşünüyordum. enerjimi atmam ve kendime gelmem gerekiyordu. bünyem bu rahatlığı alışırsa bilgisayar başında hiçbir şey yapmayıp da kilo sorunu yaşayan o çocuklara dönecektim sanırım bu gidişle.
jeon kas yığını jeongguk'un, jeon yağ yığını jeongguk olmasını sadece ben değil, hiçbir canlı kaldıramazdı.
işlerimi alelacele yapıyormuş gibi duşu da on beş dakikada halledip çıkmış hatta giyinmiştim bile. havanın da yeterince sıcak olduğunu düşündüğüm için saçımı kurutmaya yeltenmeden anahtar, kulaklık ve telefonu alıp nihayet evden kendimi dışarı atabilmiştim.
tam iki hafta sonunda.
binadan çıkarken kulaklığı takmış, bin küsür bildirimi tümünü sil ile yok edip travis scott açarak apartmandan da nihayet dışarıya çıkmıştım. daha bir adım atmama rağmen o kadar iyi gelmişti ki açık hava, ellerimi eşofmanın cebine atıp ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru ilerlemeye başladım.
kimseyle karşılaşmak istemediğim için kendi bildiğim kestirmelerden gidiyordum şimdi de. saat gecenin ikisi olduğu için zaten tek bir insan evladı olmazdı dışarıda. bu da ayrı bir huzur katıyordu olaya.
kaç şarkı geçti, ne kadar yürüdüm, saçım hangi ara kurudu ve ben hangi ara tae ile basketbol oynadığımız o sahaya geldim hiçbir fikrim yoktu. fakat şu an tam da demir kapının önündeydim. yerde basketbol topu gel beni al diyordu sanki.
daha da önemlisi, iki hafta dinlendirdiğim zihnim şu an bütün anıları kafamda tek tek canlandırıyordu.
"ben masum oynamam jeon, tadı çıkmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rascal | tk
Teen Fictionparmaklarımı morartacak kadar yumruk atılası bir yüz. nefesini kesecek kadar öpülesi bir yüz.
