Tuna'dan
İpek'in bu gece asla uyumadığının farkındaydım. Duydukları ağır gelmişti. Ben de ara ara bölük pörçük uykuyla oturuyordum. Odamdan çıkıp yanına gidecek cesareti bulamıyordum. İyice sakinleştiğinden emin olmaya çalışıyordum. Ta ki burnuma yanık kokuları gelene kadar odamda oturuyordum.İç sesimle "İpek neyi yaktın acaba?" diye söylenerek yerimden kalkıp mutfağa geçtim.
Kapattığı kapıyı açtığımda ilk gördüğüm şey fırının ışığıydı. Burası tamamen yanık kokuyordu. Aceleyle içeri girdim ve kapıyı tekrar kapattım. Fırını kapattım ve camı açtım. Mutfak masasında uyuyakalmış olan İpeği uyandırmak istemedim. Muhtemelen korkacaktı.Kapıyı açtım ve onu kucağıma aldım. Odasındaki yatağa yatırıp üstünü güzelce örttüm. Odasındaki pencereyi hafif araladım. O kadar yanık kokusundan sonra hiç olmazsa 15 dakika da olsa temiz bir hava almalıydı.
Odanın havalandığından emin olduktan sonra camı kapattım ve odasından çıktım.İpek'ten
Saat 8.30 da çalan alarmın sesiyle uyandığımda kendimi yatağımda battaniyemin altında buldum. İyi de ben en son mutfakta fırına poğaça atmıştım. Nasıl geldim ki ben buraya? Düşüncelerimin cevabı tek bir kişideydi. Tuna... Yatağımdan kalkıp saçlarımı toplarken Tuna'nın odasına doğru yürümeye başladım. Odama nasıl geldiğimi ona soracaktım. Odasının kapısı yine açıktı. Kapının kenarında durarak içeri doğru sakin bir ses tonuyla seslendim;
-Tuna? Müsait misin?
Cevap yoktu. İçeri girdim ve yatağında olmadığını gördüm. İçimden ''Nereye gittin ki?'' diye sorarken mutfağa doğru yürüdüm. Kapıyı açmamla Tuna'yı elinde bulaşık teli ile fırın tepsisi temizlerken gördüm. Sorar gözlerle ona bakıyordum. Bana baktı ve her şey çok normalmiş gibi bir ses tonuyla;
- Günaydın. İyi misin?
Masanın yanındaki sandalyeyi işaret ederek;
- Tuna ilk sorum; ben en son şu sandalyede çay içerken fırındaki poğaçalarımı bekliyordum, nasıl odama geldim? İkinci sorum; sen şu an ne yapıyorsun bu halin ne?
- İlk sorunun cevabı; Poğaçalarını beklerken masanın üstünde uyumuşsun. Poğaçaların da kömür olmuş. Şans eseri bakmaya gelmeseydim yanık kokusundan zehirlenirmişsin. Seni odana taşıdım. O şekilde odanda uyanmış oldun. İkinciye gelince; kömür ettiğin poğaçaların tepsisini temizliyorum. İçim daraldı boş durmak istemedim.
Uykulu halimle cevabımı almış oldum ve hiç konuşmadan elimi yüzümü yıkamaya gittim. Mutfağa geri döndüğümde Tuna çay demliyordu. Kahvaltı için dolaptan iki yumurta aldım. Tam haşlamak için içine koyacağım cezvemi alacakken Tuna düz bir ses tonuyla;
- Ne yapacaksın onları?
- Haşlayacağım. Haşlama yemem diyorsan tereyağı dolapta.
- Yok. Yerim.
Belli ki konuşmaya çalışıyordu. Dün çok sert çıkmıştım ve bence çok da haklıydım. 33. yaşımda ortaya çıkıp sen evlatlıksın diye öyle gelişine söyleyemez. Sonuçta bu yaşıma kadar tanımıyordu beni. Ben de onu. Tam ben konuşacakken o benden önce davrandı. Domates çıkarmıştı. Onları doğrarken bana bakmadan işine odaklanarak konuşmaya başladı;
- Sana birden çok fazla şey söyleyip omuzlarına büyük bir yük koydum farkındayım. Fakat ne senin ne de benim fazla vaktimiz kalmadı.
- Ne demek istiyorsun?
- O kuş çok tehlikeli. Anlayacaksın ama bunu benden duymamalısın. Geçmişini kendin keşfetmelisin. Senden sadece bana güvenmeni istiyorum.
- Dün gece ağzından bir cümle çıktı. Benim güçlerim için CIA adam öldürürmüş. O saçmalık neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aynı Bedende İki Kişi
Historical FictionBir sabah telefonuma gelen, kariyerimin en değerli parçasının çalındığı bildirimiyle kendimi çok kötü giden bir gün içinde aniden çok eski bir krallığın kraliçesi olarak buldum. Bu kitap size kendini iki farklı dünyaya aynı anda geçiş yapabilen genç...