Karşımda duran Necat'a kaşlarımı kaldırıp, çenemi de vakur bir tavırla yükselttim.
"Tamam kendisine söyleyeceğime emin olabilirsin... Artık kim güler kim ağlar hep birlikte görürüz," dedim cevap beklemeden hızlı bir hamleyle kolumu kurtarıp. Ardım sıra durağa dönerek gittim.
Otobüsün çoktan durağı terk ettiğini gördüğümde sinirle dişlerimi sıktım ve içimden ciddi bir küfür savurdum.Muşmula surat!
Benim için çok ciddi ve üst seviye bir küfürdü lakin o bile beni rahatlatmadı bu anda. Otobüsün ardı sıra koşup da Necat'ı halimle eğlendirmek istemiyordum. Nitekim hemen solumdan Koşuyolu minibüsü geçince ona el ettim. Artık yol biraz uzayacaktı ama yapılacak başka bir şey yoktu...
Paşalimanı Cafe'nin sarmaşık güllerle örülü kapısına ulaştığımda yetişebilmek adına koşturmaktan terlemiş yüzümü ellerimle yelledim. Yarım saat geç kalmıştım ve ilk intibada bunun karşı taraftan saygısızmışım gibi algılanacağının gayet bilincindeydim.
İçimde bir de heyecan dalgası yükselmeye başlayınca sesli telkinlerle kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
"Sakin... Sakin ol Leyla. Gayet medeni tokalaş... Muhabbet et... Gerilecek hiçbir şey yok. Farz et ki seans yapıyorsun... Gülümse." Derin bir nefes alıp verdiğimde ondan geriye saydım."On, dokuz, sekiz, yedi..."
"Buyrun efendim!" Sesiyle gözlerimi açtığım lise çağlarındaki çocuk sakinleşmek için yaptığım geri sayımı bölmüştü. Zaten bende şans olsaydı erkek doğardım.
"Aa... Şey ben oturacaktım ama..." dedim çekingen bir tavırla. Kendine güven telkinlerim daha başlamadan son bulmuştu.
"Tabi efendim. Buyrun..." dedi camekanlı yerin dışında, karşımda duran iskeledeki boş masaları eliyle davet eder gibi işaret ederken.
Yarım saat geç gelmeme rağmen içeride hiç tek başına beni bekleyen otuzunda bir adam görememiştim.
"Şey... Ben aslında biriyle görüşmek için gelmiştim. Kendisi benden ön buraya gelmiş olabilir," dedim yüzümü kumral ve sivilceleri beyaz tenini mesken tutmuş çocuğa döndüğümde.
"İsmi nedir?" dedi çocuk.
Muhtemelen neden adamı aramadığımı da içinden sorguluyordu. Görüşmeye geldiğim adamın ne yüzünü biliyordum ne telefon numarasını. Adını biliyordum Allah'tan!
"Adı..."Süper!! Adını da unutmuşum...
Oğlunun adı Mirza, ama adamın adını hatırlamıyorum.
Adı... Polis.
"Polis..." dedim artık çekingenlikten utangaçlığa terfi etmiş halimle. Çocuk nereden bilsindi Polis kim?
Çocuk bir garsondan çok misafir ağırlar bir sıcaklıkla;
"Haa... Serdar abimi diyorsun!" neredeyse kahkaha atacak şekilde.Senli benli konuşmaya geçmişti, hiç haz etmezdim bir anda peyda olan samimiyetten.
"Buyur yenge gel!" dedi sırtıma elini koyarak.
Daha senli benli konuşmasını sindiremeden bana yenge demişti. Gözlerim şokla açıldığında, o beni çoktan kafenin camekanlı kısmına sokmuştu. Eli sırtıma fazla değmesin diye hızla elinden kurtulurcasına yürüdüm.Paşalimanının kafeleri de limanı gibi sakin ve huzurluydu. Yalnız camekanlı kısımdan girdiğimde tam karşımdaki kasanın önünde oturan üç adamdan yüzü kapıya dönük olan camekanları inletircesine bağırarak konuşuyordu. Onun bu hararetle gürler gibi konuşmasına yüzümü ekşittim.
Sinirli ve bağıran erkeklerden nefret ederdim çünkü bana babamı hatırlatırlardı. Daha doğrusu yaramı...
Genç garson beni solumda camekanlı kısmın açık olduğu ve denizin vuran dalgalarına en yakın olan masaya yönlendirdi. Sırtımı bağıran adama dönüp, binbir derdi hatta arkamdaki adamın bağıran sesini bile unutturan denizi izlemeye başladım.
Bugün aksilikler beni bulsa da umudu kesme der gibi esti rüzgar. Az kalsın umut edecektim. Denizin dalgaları resmen ayağıma vuruyordu, öyle davetkârdı ki birini beklediğimi unutup ayakkabıları çıkartıp ayaklarımı suyla buluşturasım geldi.
Martıları aslında çok çirkef bulurdum, bir kuş olsaydım asla martı olmak istemezdim. Bülbül olmak isterdim mesela, Çıvgın olmak isterdim, çalıkuşu olmak isterdim... Özgür olmazsa ölecek bir kuş olmak isterdim. Martılar da özgürlüğe uçardı ama özgürlüğü ellerinden alındığında saldırırlardı.
Ben saldıramayan ağlayarak ölen bir Bülbül olmak isterdim çünkü tam olarak öyleydim.
İnsan en çok kendisine benzettiği şeylere sempati duyarmış, kendisinin zıttı olanlara ise ilgi...
Belki de bundan sebep martılara sempati duyamazdım. Lakin şu an martılar bile burada, yani ait oldukları yerde, Paşalimanı'nda bir sanat eserinin baş karakterleri gibiydiler. Kendilerini hayranlıkla izletiyorlardı. Bir simit için on martının koşup sadece birinin simidi kapmasına ve diğer dokuzunun da çığlık çığlığa peşinden gitmesine tebessüm ettim.
Uzun zaman sonra tebessüm ettiğimi fark ettiğim anda ise tebessümüm yaşadıklarımdan sebep biraz burkuldu fakat yine de tebessüm ettim.
Tebessüm etmek için daha güzel bir ortam bulamazdım.Arkamdan sinirli adamın "Cafer!" diye kükreyen borazan sesi geldiğinde bile gözlerimi devirerek tebessüm etmeye devam ettim.
Sonra nedendir bilmem arkamı döndüm ve bağıran adamın bana baktığını gördüm. Bugün çok dik dik bakışa maruz kalıyordum. Gözlerinde beni ürküten bir şey vardı ve ister istemez gerildim. Hatta deminki gür sesini düşününce korktum. Hemen önüme döndüm.
Sakinleşmek için tekrar denizi izlediğimde solumdan bir ses duydum.
"Merhaba."
Tok ve mesafeli gelen bu sese döndüğüm anda arkamdaki adamın yanıma geldiğini gördüm. Neden yanıma gelmişti ki? Neden gözlerime bakmaya çalışıyordu, şu an hiç doğru vakit değildi.
Bakışlarımı kaçırırken; "Merhaba," dedim. Tam ben birini bekliyorum deyip benden uzak durmasını sağlayacaktım ki karşıma oturdu.
Şaşkınlıkla ona baktım.
Jetonum o zaman düştü. Tabii ki de bu o polisti.
Karşımdaki sert ve bir o kadar da sinirli olduğuna emin olduğum adamın karşıma oturması ile kalkması bir oldu. Tam, beni beğenmedi kalkıyor diye düşündüğümde, adamın eli perdelere uzandı ve hızla perdeyi indirmeye başladı, denizi kapatmak için.
Kirpiklerimi kırpışırken hayretle adamı izledim.
Bu neydi şimdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFTAR
General Fiction"Bu kadar şüpheye düştüysen gel bak anne, bakireyim ben!" dedim itiraz edercesine. Annem yüzünü iğrenç bir şey görmüş gibi kırıştırdı. "Bakireymiş! İçine girmeyince de bakireyim dersin tabi, oranı buranı ellettiysen bakire olsan ne olmasan ne?!" Ev...