Nusret dayım sabırla soluyup iç geçirdi."O dediğin, o kadar kolay mı yeğenim? Vedat Canpolat'ın yanına, en yakınına adam sokmak o kadar kolay mı? Babanla Vedat'ın hukuku taa lise yıllarına dayanıyordu da. Polislikten atıldım, çocuk hanım evde ekmek bekler, dedi Vedat'a. Onların aralarındaki hukuka binaen Vedat aldı, onu yanına. Tabi girdikten sonra kıdem kıdem Vedat'ın en yakınına hatta en gizli kara kutusuna dönüşmek de babanın marifetiydi. Babandan sonra bunu yapacak kaç adam bulup yanına soktuk biliyor musun sen?!" dedi sözlerinin sonuna doğru onun da bakışları haşinleşmiş sesi de etraftan duyulmasını istemezmiş gibi kısılmıştı.
Ardından yüksek sesle;"Sonuç ne oldu?" diye bağırdığı Nusret dayım iki elini yana açarak. "Hüsran... O adamların hepsinin evine gerisin geri cenazeleri gitti..." dedi acıyla.
"Babamın da gitti," dedim düz bir sesle. "Hepsi başarısızlık için miydi?"
Tekrar arkama yaslanırken yüzümü sıvazladım tenimi acıta acıta. Sıkıntı dolu bir nefesi dolu dolu verdim dışarı.
Dayımın sesi yumuşamış hatta ricaya dönmüştü.
"Gel sen de inadı bırak. MİT'e geç be yeğenim... Madem bu kadar acın da var, babanın kanını yerde komazsın hem... Yarım kalanı sen tamamla..."
Ozan bile dayımın söyledikleriyle galeyana gelmişti ki kabul et dercesine bana baktı. Babamın yarım bıraktığını tamamlamak da intikamını almak da Vedat Canpolat bu kadar desteklenirken pek mümkün değildi. Vatan borcu deyip ölümüne denenebilirdi lakin bunun için Mirza'nın büyümesini bekleyecektim. Çünkü bu işin sonu yüzde doksan, toprakta babamın yanıydı.
Babam beni anama emanet etmişti ama benim Mirza'yı emanet edecek hiç kimsem yoktu.
Tekrar geri yaslandığımda konuşmaya bütün hararetini kaybettirecek bir rahatlıkla;
"MİT benlik değil dayı. Böyle bütün gün oturmam... Aktif adamım ben. Otur otur sıkılırım bir yerde," dedim net bir ifadeyle.
Lafım dayımaydı, MİT çalışanı ve bütün gün bu kafede oturan daha çok istihbarat ağı ortak havzası gibi kafeyi paravan olarak kullanan biriydi. Nusret dayım ak saçlarının altında grilemiş yeşil gözlerini liseli ergenler gibi devirdi. Ona böyle göz devirmeyi de kesin Cafer öğretmişti.
"Ya daha neler yeğenim? Sen niye bana bakıyorsun ki? Senin yapacağın iş zaten belli... İstihbaratın bir sürü çalışanı var farklı farklı işler yapan... Vatandaşın sokakta gördüğü her on adamdan biri MİT'dendir zaten."
"Sokaktaki o, on vatandaşın beşi de açlık sınırının altında maaş alıyor dayı... O yüzden emin ol aralarında bir tane MİT'çi varmış yokmuş hiç umurlarında değildir. Bu Vedat meselesine gelirsek..." dedim sakin kalmaya çalışarak.
"Yok oğlu vefakar olsun molsun bunlar hikaye... Onun asıl amacı babamın kendisiyle yakın olduğunu vurgulayıp babamın adını lekelemek. Siz de buna mani olmak istiyorsanız babamın görevde öldüğünü açıklayıp, itibarını geri verin dayı!" dedim kesin bir ifadeyle.
Lakin ben de biliyordum ki bu, Nusret dayımın elinde olan bir şey değildi. Babamın itibarı için böyle bir açıklamada bulunmak ise sadece Vedat Canpolat'ın yanına yerleştirme işini zorlaştırırdı. Teşkilat zaten yıllardır babamın şehit ödeneğini ve maaşını elden vererek bize maddi manevi yardımcı olmuştu ama dinmiyordu işte... İçimdeki öfke her hatırlatıldığında, her bu konular açıldığında ateşler salan azgın bir canavara dönüşüyordu.
Sinirimi yatıştırmak için gözlerimi tekrar Güneş'in vurduğu dalgalarda oluşan yakamozlara çevirdim lakin daha yakamozlara varamadan gördüğüm başka şeyle tekrar sinirlendim ve bağırdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİRİFTAR
Ficción General"Bu kadar şüpheye düştüysen gel bak anne, bakireyim ben!" dedim itiraz edercesine. Annem yüzünü iğrenç bir şey görmüş gibi kırıştırdı. "Bakireymiş! İçine girmeyince de bakireyim dersin tabi, oranı buranı ellettiysen bakire olsan ne olmasan ne?!" Ev...