• • •
Ölüm, nefesin kesilmesi ve kalbin durmasından mı ibarettir? Yaşarken de ölemez mi insan, nefes alırken de boğulamaz mı, nabzı atarken de kalbi duramaz mı?
Somut mu olması gerek illaki, insanın ruhu da kaybolamaz mı?
Yaşadıklarım insana bildiğini unutturacak cinstendi. Çünkü ben geçmişte, küçücük bir çocukken annemin iple asılı bedeninin can çekişine bire bir şahit olduğumda bile bu kadar hissetmemiştim ölümü. Şuan ise, ölmüştüm. Ben ölmüştüm çünkü o ölmüştü. O her titrediğinde ben ölüme daha da yaklaşmıştım. Ben ölmüştüm, çünkü beni hayata bağlayan çocuk ölmüştü. Çünkü benim için onun acılarına şahit olmak, can çekiştikten sonra ruhumun bedenimden çıkmasından bile zordu.
Ve şimdi çok iyi anlamıştım, biz yaralanan sağlıklı insanlar değildik. Biz tekrar yaralanan yaralı insanlardık.
O karanlığıyla yüzleşirken ben hem onunla birlikte yüzleşmiş ve kahrolmuş, hem de kendi kendime sormuştum.
Unutamamak mı daha zor yoksa hatırlayamamak mı?
Tüm acılarımın kesileceğini bilsem, unutmak ister miydim kötü anılarımı? Yoksa her şeye rağmen hatırlayıp onlarla yüzleşmeyi mi seçerdim?
O gece Minho'nun ne anlatmaya hali kalmıştı ne de herhangi bir şeye, öyleki ayakta bile duramıyordu.
Bende onu zorlamadan dışarı çıkardım, çıkarken oyuncak ayıyı görmesiyle sinirlenmişti ve yırtıp bir kenara fırlamıştı. Halbuki geçmişin asıl yüzünü öğrenmeden önce onu saklamayı düşünüyordu. Oyuncaktan da kurtulduktan sonra hızlıca dışarı attık kendimizi. Meydana inip sokaktaki telefonlardan Bay Song'u aradık. Buraya onsuz gelmiştik ama gecenin bu saatinde o olmadan geri dönmek çok zordu. Çok geçmeden Bay Song geldiğinde arabaya bindik ve eve doğru yol almaya başladık.
Bay Song'un sorularına ise o eski evi karıştırmadan sadece gezerkerken kendimizi burada bulduğumuzu söylemiştik. Asıl sorun ise Minho'ya neden suratının asık olduğunu sormasıydı. Minho cevap veremeyince ben sohbete girip notlarının düştüğünü, yükseltmek için de çok ders çalışması gerektiğini söylemiştim. O söylemek isteyene kadar bu tarz bahaneler bulmalıydık, ki söylemek isteyeceğini hiç sanmıyordum.
Gelirken olduğu kadar uzun olmasa da yine eve dönmemiz biraz sürmüştü. Minho'nun evine vardığımızda ise Bay Song bizi kapıda bırakmıştı ve eve girmiştik. Çalışanlar bile gitmişti bu nedenle sessiz ve karanlıktı ev. Ufak tefek bir şeyler atıştırmak için mutfağa gitmeye karar verdik ama mutfağa gittiğimizde birbirimize bakmakla yetindik. Minho bu halde zaten yiyemezdi, benimde onu böyle görünce nadir gelen iştahım da kaçmıştı.
Odaya çıktık ve birlikte yatağa oturduk. Arkamıza yaslandığımızda bu kez o kafasını omzuma koymuştu. Konuşmak istedim, onu avutmak ve tüm üzüntüsünü alıp götürmek istedim. Ama ağzımı açtığımda duyduğum ses ile ağlamaya başladığını gördüm.
Konuşamadım, gözlerim doldu ve bir süre sadece birlikte ağladık.
Biraz durulduğumuzda konuştum. "Artık uyuyalım." Dediğimde kafasını kaldırdı ve aramıza biraz mesafe koyarak konuştu.
"Jisung bu gece tek kalsam olur mu? Biraz ağır geldi sanırım, toparlanmaya ihtiyacım var." Burnunu çekerek konuşmuştu.
Düşündüm ilk baş, onu bu zor gününde yalnız bırakmak istemiyordum elbet. Ama gözlerindeki bakışla karşılaştığımda onun bunu gerçekten istediğini hissettim. Dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp gülümsemeye çalışarak kafa salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lost | Minsung
Fanfiction"Eğer onu kurtaramıyorsam, ben de onunla birlikte kaybolurum." Eşcinselliğin suç olarak görüldüğü zamanlarda, birbirlerine deli gibi aşık olan iki erkeğin hikayesi... b×b