İstanbul

151 102 13
                                    

Mehmet bindikleri uçağın penceresinden beyaz bulutları, uçağın kanatlarının arasından geçip giden sis perdelerini izliyordu. Serra'ya belli etmese de onun da içi hiç rahat değildi. 

Üniversiteden birincilikle mezun olmuş ve Londra'da yüksek lisansa kabul edilmişti Mehmet. İlk iş deneyimi de yine Londra'da olmuştu. Ailesinin o daha ilkokuldayken özel hocalar tutup dil öğrenmesini desteklemeleri sayesinde üç dil biliyordu. Çalışkandı, hırslıydı ve bitmek tükenmek bilmeyen bir iş aşkı vardı. Kısa sürede emekleri meyvelerini vermiş ve çalıştığı şirket İstanbul'da açacakları şubenin, genel müdürü olarak Mehmet'i uygun görmüştü. Önce sevinmişti Mehmet buna. Sevinmez miydi hiç? Daha sonra boylu boyunca düşündüğünde o da korku tohumlarını midesinde hissetmişti. Korkuyordu işte o sırdan. Serra ile paylaştıkları o kahrolası, onları birbirine düğüm düğüm bağlayan, o günden sonra hiç konuşmadıkları ama her an aralarında bir gölge gibi dolaşan o sırdan!

Her şey geri de kalmasına rağmen, tüm sorulara cevaplar verilmesine rağmen vicdanına bir türlü cevap veremiyordu. İstanbul'a dönünce, o kötü anıların koşup bir sevgili gibi boynuna sarılacağına, nefes bile almasına izin vermeyeceğine emindi. Kendisinden çok Serra'yı düşünüyordu. Olanları unutmak için yıllarını vermiş, pek çok kez tedavi görmüş ve şimdi hepsini tek tek hatırlayacağı o yere, evine, dönüyordu. Yine de kaçmak çözüm değildi, yüzleşmelilerdi. Hem ailelerini çok özlemişlerdi. En iyisi geçmişi geçmişte bırakmak ve her zaman olduğu gibi kimseyle, hatta birbirleriyle bile bunu konuşmamaktı.

Mehmet bunları düşünürken uçağın arka tekerlekleri pistle buluştu. Sarsıntıyla uykusundan uyanan Serra cep telefonunu uçak modundan çıkarttı. Onları havaalanında Serra'nın babası ve en yakın arkadaşları Hasan karşılayacaktı. Konuşacak çok şey, telafi edecek çok zaman vardı. Hemen Hasan'ı aradılar. ''İndik.''

Eve doğru giderken, Serra arabanın camından dışarıyı izliyordu. İstanbul'u, özlediği memleketini yeniden görmenin mutluluğunu yaşıyordu. Sokakları değişse de insanların o telaşı ve memnuniyetsizliği aynıydı. Sanki zorla otobüse biniyor, acı çeker gibi oradan oraya yürüyor ve tebessüm etmeyi çoktan unutmuş gibi somurtuyorlardı. Sonra bu gözleminin semtten semte değiştiğini fark etti. Bu geçtikleri muhitte köpeğine üşümesin diye yelek giydirip, yürüyüşe çıkan insanlar vardı. Yaşam enerjileri yüzlerinden okunuyordu. Sokaklar ışıl ışıl, sokak hayvanlarının yürüyüşü bile daha özgüvenliydi. Şaşmamak lazımdı buna. Bu değişkenliğin sebebi paraydı. Serra'nında uzun yıllar sıkıntısını çektiği, arayıp bulamadığı şeydi para. Mehmet ile evlenene kadar sürdü bu sıkıntısı. Mehmet'in ailesi oldukça varlıklıydı. Lisedeyken bunu bilmeyen yoktu. Hal böyle olunca Mehmet'in çevresi kızlarla doluydu, ama o her zaman derslerine önem verir, araştırma kulüplerine katılır ve bolca kitap okurdu. Vaktinin büyük çoğunluğunu kütüphanede geçirdiğinden, en tembel kızlar bile kütüphaneyi mesken tutmuşlardı. Serra'nın önceleri hiç böyle bir talebi yoktu. Mehmet, Serra ve Hasan çok yakın arkadaş grubuydu. Üniversiteyi aynı yeri kazanmayı kafalarına koydular ve Mehmet'inde yardımlarıyla bu hedeflerine ulaştılar. Üniversiteden sonra ise hayat onları önce ayırdı, her birini farklı yerlere savurdu. Mehmet Londra'ya yüksek lisansa kabul edilmiş, Hasan İzmir'de sükseli bir firmaya işe başlamış, Serra ise geçirdiği depresyondan dolayı kısa süreli tedavi için hastaneye yatmıştı. Mehmet'in Londra'da birinci yılı dolmadan apar topar evlendikleri için Serra kısa süre içinde Londra'ya, Mehmet'in yanına gitmişti. Çok geçmeden Mehmet ailesini trafik kazasında kaybedince Serra'dan başka kimsesi kalmamıştı. O kadar yaşanandan sonra şimdi yine buradaydılar işte. Serra bir iç çekip yeni evlerine, Mehmet'in vefat eden ailesinin evine, yaklaştıklarını anladı. Düşüncelerinden sıyrılıp Hasan'a '' O hamburgerci hala açık mı? '' diye sordu. Hasan '' Açık olmaz mı? Siz eşyaları yerleştirene kadar ben hemen alıp gelirim.'' dedi. Araba, üzerinde beyaz aslan heykelleri duran giriş kapısına yanaştı. Dönümlerce olan arazinin içine giriş yapmışlardı. Önce Mehmet indi arabadan. Yaklaşıp Serra'nın kapısını açtı, önce Serra arkasından babası Cemil Bey indi. '' Yeni evimize hoş geldin sevgilim '' dedi Mehmet. Ev onlar gelmeden temizlenmiş, mobilyaları kurulmuştu. Yalnızca birkaç gün sonra kişisel eşyaları kargo ile gelecekti. Mehmet bir köşeye çekilip bilgisayarlarını açtı. İşle ilgili bir e-posta geldiyse kaçırmak istemiyordu. Tahmin ettiği gibiydi. Patronu bir e-posta  göndermiş ve Mehmet'in sorumluğu olduğu personelleri ve pozisyonlarını belirten bir yazı yazmıştı. Mehmet listeye göz gezdirirken aniden donup kaldı. Kulakları uğulduyor, elleri titriyor, midesinden ağzına doğru ilerleyen ateşi hissediyordu. Sonra, yanlış görüp görmediğini kontrol etmek için gözlerini sımsıkı kapatıp tekrar açtı. Hayır yanlış görmüyordu, hala tam karsısında aynı isim duruyordu. '' Lale DOĞAN – Yazılım Mühendisi ''

Mehmet kendisine seslenen Serra'nın tiz sesiyle kendine geldi. Serra'nın yüzündeki o tuhaf bakıştan bunun ilk seslenişi olmadığını anladı. Hemen bilgisayarını kapattı. '' Yarınki programla ilgili önemli bir e-posta gelmiş, onu incelemeye dalmışım'' dedi.

Hamburgerler gelmiş, herkes sohbete dalmıştı. Cemil Bey ve Hasan'ın hikayeleri bitmek bilmiyor, Serra'nında yorumlarıyla kahkahalar havada uçuşuyordu. Lakin Mehmet'in kafasında şimşekler çakıyor, bu olana bir anlam veremiyordu. Böyle bir tesadüf olabilir miydi? Koskoca İstanbul'da başka yazılım mühendisi kalmamış mıydı? Serra'ya bunu henüz söylememeliydi. Asla!

Son YazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin