Çocukları yataklarına yatırıp yanaklarına birer tane iyi geceler öpücüğü kondurdu Lale. Çıkarken odanın ışığını kapatıp kapıyı yavaşça çekti. Aklında hala çekmecesindeki kitap vardı. Odasına gidip çekmeceyi açtı. Kaybolmasından korkmuş gibi onu hala aynı yerde bulduğu için sevindi. Kitabı alıp yatağının ucuna yavaşça oturdu. Elinde bir evirip çevirdi, arka kapağına baktı. Normal kitaplarda olduğu gibi bir ön yazı ya da özet bekliyordu ama yoktu, bomboştu kitabın arka kapağı. Üstelik kimin yazdığını belirten bir isim bir mahlas bile yoktu. Açıp okumaya başladı kitabı. Çok ilgisini çekmişti, daha ilk sayfalardan anladı bu kitabın kendisine geldiğini çünkü kitapta eski okulu anlatılıyordu, kendi ismini gördü sonra satır aralarında. Mehmet ile yaşadıkları, hamile kaldığı bile yazıyordu.
Hızlı hızlı okuyor, göz bebeği hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde bir sağa bir sola gidip geliyordu. Kalbinin sesini duyabiliyordu. Yanakları ve kulakları al al olmuş, yüzü de alev alev yanıyordu. Bir yandan okuyor bir yandan düşünüyordu. Bunu yazan ve her şeyi bilen kimdi? Bu kitabı kapısına bırakan kimdi?
Bir süre sonra konu Urla yaz kampına geldi. Tek tek herkesin ismi vardı. Bütün bilmedikleri, bilse de umursamadıkları her şey yazıyordu. Sonra Lale'nin ilgisini çeken o yere geldi. Okuyacaklarından korkarmış gibi gözlerini kısarak okuyordu buraları.
Mehmet ile Serra kamp ateşinden ayrılıp ormanlık alana doğru gittiler. Amaçları biraz olsun yakınlaşmak ve yalnız kalmaktı. Ama onları gözetleyen biri daha vardı, Bekir. Okulun ilk zamanlarından beri Serra'ya âşık olan bu genç artık bu kızı takıntı haline getirmişti. Haksız da sayılmazdı, zira Serra bir yeşil ışık yakıp bir reddediyordu onu. İyice dengesi şaşmıştı çocukcağızın.
Ormanın çok da derini olmayan bir yerde durdular. Bir ağaç kütüğüne yaslandı Mehmet, Serra'yı kendisine doğru çekti. Dudaklarına bir buse kondurdu kızın. Amacı geçirdiği zor günleri biraz olsun unutmak, kafasını dağıtmaktı. Serra'da buna dünden hazır gibi duruyordu. Hangi erkek olsa aynısını yapardı. İyice birbirlerine yaklaşıp artık öpüşmelerinin süresinin uzadığı bir anda arkalarından birinin yaklaştığını hissettiler. Bu gelen Bekir'di. Gözlerinde kızgınlığının şimşekleri çakıyor, kocaman büyümüş göz bebeklerinden intikam ateşi fışkırıyordu.
Serra '' Senin burada ne işin var? Bizi mi takip ediyorsun!'' dedi. Bekir konuşmakta zorlanarak ve hızlı nefes alışverişini kontrol etmeye çalışarak '' Hani kendini şu an bir ilişkiye hazır hissetmiyordun?'' diye sordu. Serra '' Sana açıklama yapmak zorunda değilim, hemen defol git buradan! '' diye bağırdı. Bekir öfkesini Serra'dan çıkaramayacağını anlayınca Mehmet'e doğru yöneldi. Boğazından yakalayıp karnına bir yumruk indirdi. Acıdan yerde kıvranan Mehmet'in yardımına Serra koşup onu ayağa kaldırdı. Sonra Serra, Bekir'in üzerine doğru yürüyüp bağırdı '' Ne yaptığını sanıyorsun! Delirdin mi?'' Bekir gerçekten de delirmiş gibi duruyordu. Serra'nın söylediğini duymazdan gelip Mehmet'in üzerine tekrar hamle yaptığı sırada Serra, Bekir'in sağ tarafından gelerek onu var gücüyle itti. Sol tarafa doğru düşüp yuvarlanan Bekir, ancak yerdeki büyük taşa kafasını vurarak durabildi. Koşup Mehmet'e sarılan Serra, Bekir'in yeni yapacağı atağa karşılık verebilmek için eline yerde kalınca bir odun aldı. Mehmet, Serra'yı kendi arakasına çekerek onu korumaya çalıştı. Yarım dakika geçmişti, derin nefes alışverişlerinin sesi birbirine karışıyor ancak Bekir'in yattığı yerden bir yaprak sesi bile gelmiyordu. Birkaç adım öne doğru yürüdü Mehmet. Gördüğü karşısında şoka girmişti. Bekir'in kafasından öyle çok kan akmıştı ki küçük bir kan havuzu olmuştu bile. Arkasından Serra'da gelip aynı manzarayı gördü. Tam tiz bir çığlık çıkaracaktı ki Mehmet eliyle ağzını kapattı. ''Sakin ol!!'' diye fısıltıyla bağırdı. Yürüyüp Bekir'in yanına gitti, elini boynuna koyup nabzını almaya çalıştı. Yapamayınca burnuna ve ağzına doğru eğilip nefes sesini dinlemeye başladı. Mehmet kendi nefesini bile tutmuş Bekir'den bir ses duymaya çalışıyordu ama Bekir artık ölmüştü. Ne nefes alıyor ne de kalbi atıyordu. Mehmet '' Serra telefonunu ver hemen ambulansı aramalıyız'' dedi. Serra dehşete kapılmış bir şekilde '' Hayır! Olmaz. Ben yaptım, ben ittim onu. Beni tutuklarlar.'' dedi fısıltıyla. Mehmet '' Böyle ölmesine izin mi vereceğiz?'' diye sordu. Serra '' Zaten ölmüş bizim yapabileceğimiz bir şey yok. Hem sende gördün, istemeden oldu. Ona zarar vermek istemedim, sadece seni korumak istedim.'' dedi ve ağlamaya başladı. Mehmet, Serra'nın yanına gidip ona sarıldı. '' Ağlama, beni korumak istedin biliyorum'' dedi ve devam etti. ''Ama Bekir'in burada bulunmaması lazım. Bizi buraya gelirken illaki gören olmuştur. Herkes yattıktan sonra buraya gelip Bekir'i sahile taşıyacağız. Hem bu sırada kanaması da durmuş olur. Şimdi kendini topla, yüzünden ağladığın anlaşılmasın.''
Dedikleri gibi de yaptılar. Herkesin uykuya daldığından emin oldukları bir saatte kalkıp Bekir'i ayaklarından sürüyerek deniz kenarına taşıdılar. O kadar ağırlaşmıştı ki Bekir bunu iki kişi yapmak çok güçtü. Sık sık durup dinlendiler. Sonra hiçbir şey olmamış gibi çadırlarına dönüp yattılar.
Sabah olduğunda polisler Bekir'in çadırı ortak kullandıkları arkadaşı Hasan'a sordular ''En son arkadaşını ne zaman gördün'' diye. Hasan'da '' Ben uyumadan önce hala yoktu, bana gece yüzmek istediğini söyledi'' dedi. Cinayet olabileceği polislerin aklına hiç gelmedi. Gece yüzmek için denize girdi ve boğuldu diye düşündüler. Kafasındaki yara izini ise dalgaların şiddetiyle savrulup bir taşa vurmuştur diye açıkladılar. Ceset adli tıpa bile gitmedi. Kimse Mehmet ve Serra'dan şüphelenmemişti. Bir kişi hariç Lale... Lale'nin de susmak için o an kendince sebepleri vardı. Bu işe karışmak istemezdi. Çünkü kendi başında daha büyük dertleri vardı...
Kitap böyle bitiyordu. Lale kitabı kapatıp banyoya koştu. Suyu açıp soğuk suyu yüzüne çarptı. Midesi bulanıyordu. Olduğu yere çöküp ağlamaya başladı. O gün, o akşam Lale'de görmüştü onları ormandan çıkarken. Ama hiç kimseye bir şey söylememişti. Daha doğrusu böyle bir şeyi onlara yakıştıramamış, konduramamıştı. Belki de Mehmet'e bir zarar gelmesinden korkmuştu. Bilmiyordu.
Ama tüm bunları bilen ve yazan kimdi? Lale'den ne istiyordu? Yıllar sonra bunu bilmesinin ne anlamı vardı? Sonra kitaptaki son cümle aklına geldi. Kendisi için yazılan ''Çünkü kendi başında daha büyük dertleri vardı.'' cümlesi. Umarım bu kitabı yazan kişi Lale'nin hayatıyla ilgili de bir şeyler bilmiyordur.
