Soğuk bir Londra akşamıydı. Yıllarını geçirdiği bu küçük, şirin evde son gecesini geçiriyordu. Kolilerin arasında kendine yürüyecek alan açarak verandaya kadar ilerledi. Verandaya çıktığında soğuk havanın yüzüne çarpmasıyla ürperdi, sabahlığının önünü bağladı. Cebinden sigara paketini çıkartıp ucunu bir kibrit ile alevlendirdi. Verandanın önünde boylu boyunca uzanan, her köşesinde ayrı anısı olan ve her detayı için binbir emek verdiği bahçeye son kez baktı. Türkiye'yi çok özlemişti, ama korkuyordu. İçinde tarif edemediği, kendine bile anlatamadığı bir ürperti vardı. Altı sene öncesine gitti yine, aklındaki durmak bilmeyen düşünceler. O yaz tatiline...
İzmir'in Urla ilçesinde geçirdiği o bir haftalık üniversite kampına. Yine ürperdi. Aklındaki düşünceler, hatta vücudunda ki bütün hücreler o yana bu yana kaçışmaya başladı. Saldırgan bir köpekten sakınırcasına kovalamaya çalıştı düşüncelerini. Terapistinin sözlerini düşünmeye çalıştı. Zihnini nefes alıp verişine odaklamaya çabaladı. Sigarasından son hakkını derince çekti ve yukarıya doğru o beyaz dumanı üfledi. Kendini telkin etmeye çalıştı. ''Hayır endişe edecek bir şey yok, zaten İzmir'e dönmüyorsun. İstanbul'a, ailenin yanına dönüyorsun. Her şey yolunda. Senin başa çıkamayacağın hiçbir şey olmayacak.''
İçeriden kendisine seslenen kocasının sesini işitti sonra
Serra, neredesin?
Elinde iki bardak kahveyle kendisine doğru yaklaşan Mehmet'i gördü. Mehmet, üzerinde hala dumanı tüten bardakları verandadaki masanın üzerine koydu. Serra, usul usul Mehmet'e yanaşıp başını göğsüne koydu. Mehmet, bir elini Serra'nın ince beline dolayıp diğer eliyle yüzüne düşen kahverengi saçlarını geriye doğru attı. Serra'nın bir bakışından bile ne hissettiğini, ne söylemek istediğini anlayan Mehmet, yine her zamanki gibi kendisi söze girdi. "Yapma Serra zaten buraya hiçbir zaman alışamamıştın" dedi.
Serra: ''İçimde bir ürperti var, korkuyorum.''
Mehmet: ''Korkma ben hep yanındayım.''
İkisi de susup sessizliğin içindeki o gürültülü düşüncelere daldılar.
Mehmet ve Serra birbirlerini çok seviyordu. Özellikle Mehmet, Serra'ya deli gibi aşıktı. Onu esen rüzgârdan bile korumaya çalışır, her an kırılıp dökülecek bir şey taşır gibi özenli davranırdı. Serra da Mehmet'i çok severdi. Ancak yıllardır gördüğü anksiyete tedavilerinden sonra kendisine bile iyi davranacak hali kalmayınca Mehmet'i de ilgisiz bırakmaya başlamıştı. Mehmet bunu anlayışla karşılıyor, her zamanki gibi onu koşulsuz şartsız seviyordu. Onun geçtiği tüm süreçlerden kendini sorumlu tutuyor, kötü anıların yerine hep güzellerini koymaya çalışıyordu. Bazen bunu yaparken kendini çok yorulmuş ve yalnız kalmış hissetse bile aldırış etmiyordu. Yine aldırış etmeyecek ve Serra'nın İstanbul'da daha mutlu bir sayfa açması için elinden geleni yapacaktı. Bu ülke değişikliği, iş değişikliği Serra'ya iyi gelecekti. Emindi...
Haydi geç oluyor, sabah erken kalkacağız. Yarın yeni hayatımızın ilk günü!