"Dokunsana şuraya! İlla ben mi öğreteceğim sana? Allah'ım ya sabır, her şey tamammış gibi bir de senin gibi cahille ilgileniyorum!"
Suratıma inen okkalı bir tokat.
Sırtım duvara çarparken tokadın şiddeti beynimde yankılandı, ilk başta kendime gelemedim bir süre. Beynim döndü, gözlerim karıncalandı sonra dudaklarımın arasından bir şey yavaşça çeneme doğru aktı. İki elim yerde kalkmak için destek alıyordu ancak önüme düşen saçlarım görüşümü engellerken bu zordu. Saçlarımın arasından ona baktım.Kızıl saçlarına, beline kadar gelen o kızıl saçlarına. Bir insanın saç rengi böyle olabilir miydi? Sonra koyu kahve gözlerine takıldı gözlerim. Nefret vardı, öfke vardı ama en çok bir yorgunluk bir bıkmışlık vardı.
Nefreti ve öfkesi banaydı, yorgunluğu ve bıkmışlığı kimeydi? Hayata? Belki bizi terk eden, bu çöplüğün içinde bırakan adama? Ya da bu çaresizliğimize aldanmadan yüzümüze bakıp giden insanlara? Kimeydi?
Bu yaşımda bu kadar soruyu kim cevaplayacaktı ki? Bak, bu da bir soru.
Ev demeye bin şahit isteyen bir harabenin içinde yaşamaya çalışıyorduk.
Deliydi benim annem. Delirdi, kim yaptı? O adam yaptı, ben yaptım, hayat yaptı, yaşadığı zorluklar yaptı. Bir ekmek parası için çabalarken aşağılayan insanlar yaptı.
Yani en azından çevremizdeki insanlar bana öyle söylerdi.
"Deli annen deli, o yüzden böyle davranıyor sana." Acıyan bir sesle konuşurlardı. Sonra arkamızdan bir kadın bağırırdı.
"Ne delisi be! Deli ayağına yatıyor vicdansız. İnsan kızına öyle davranır mı? Ağzı yüzü parçalandı kızın baksanıza! Sırf o itten bu kızı peydahladı diye kıza yapmadığını bırakmıyor şerefsiz!"
Aklımı karıştırırlardı. Peydahlanmak. Sonra bir yaşlı kadın çıkagelirdi sokağın başından.
"Lanetlenmiş bu kız. Lanetlemiş kızıl saçları! Kızın boynuna sarmış ellerini, bırakmaz da artık ölene kadar! Vah küçük çocuk... Ne güzel de yüzü varmış. Gönlü de hoşmuş meğersem. Bir böceği bile incitemezmiş. Küçük elleri bu yaşta onca zorluğa dayanmışta... Kim gelip kurtarabilir seni bu cadının elinden? Cadının çocuğu çirkin olur derlermiş ama sen, sen bir elmas gibi parlıyorsun kuzum. Elimizi süremeyiz size ama iyi de konuşuruz yüzünüze doğru. Keşke yardım edebilsek sana elimizden de bir şey gelmez amma."
Buruşmuş ellerini öne uzatıp dokunmak isterdi ama dokunmazdı bana, kimse dokunmazdı bana. Kirliyim diye, pasaklıyım diye, sürekli sulu gözüm diye...
Ama söz geçiremiyorum ki şu gözlerime bir türlü. Cadı derler anneme bana da cadının kızı derler. Yaşadığımız mahallede böyle şeylere inanırlardı elbet.
Sırf lanetlenmişim ayağına kimse yardım etmezdi bana.
Kimseden de isteyemezdim zaten bende.
Hep kavga ederdik annemle. Her gün döverdi beni. Her gün bir yerlerim kanar, morarır, kırıldı. Bunlar umurumda değildi, söylediği sözler daha çok yakardı canımı."Neden doğurdum ki seni! Birde seni bana benzetirler. Bu yüzden yüzümü kesmek istiyorum!"
"Geber de kurtulayım artık, bir boku da becersen şaşırırdım!"
Şubatın 17'sinde uyuyordum. Açlıktan baygınlık geçireceğim günlerdi o zamanlar. Ağlıyordum ama, susuzluğumu tuzlu gözyaşlarım giderirdi neticesinde. Ağlardım ağlamasına da açlığıma değil beni terk edişine ağlardım. Uyuyuvermiştim ansızın, uyandığımda bir baktım kimse yok. "Bir yere gitmiştir ondan gecikti." diye düşünürdüm her seferinde. Kaç gün geçti, kaç hafta geçti ben yine onun beni terk ettiği yerde -yatağında- bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalbim Senin Eserin
JugendliteraturBeni o gece yalnız bıraktığın için seni affetmiyorum anne. Her gece seni o kapıda bıraktığın yerde bekledim. Kış günüydü, yağmur yağıyordu ve ben işte o gün soğuktan, yağmurdan nefret ettim. Neden mi? Çünkü buna sen sebep oldun. Yıllar sonra iyilişm...