22.Bölüm

39 7 0
                                    


"41 yaşımda kırışıklıklarım mı var yani!" holografi ekran görüntüsüyle birlikte duvara geniş bir şekilde yansıyan yakın fotoğraflardaki görüntüme baktım. O kadar canlıydı ki sanki fotoğrafın içerisine girebilirmişim gibi hissediyordum. Gülümserken çıkan göz kenarı ve dudak kenarı kırışıklıklarım bu canlı fotoğrafta apacık ortadaydı. Hâlâ genç sayılacak bir yaşlarda böyleysem bundan bir kaç yıl sonrasını düşenemiyorum.

"o zaman sizi biraz geleceğe götüreyim" diyerek bize bir kaç fotoğraf göstermişti. O kadar çok odaklanmıştık ki görüntülere sadece hipnoz olmuş gibi izliyorduk. Min bunu farkettiği için sanırım devam ettirmişti bütün mutlu aile tablomuzu göstermeye. Nasıl hissetmeliyim bilmiyorum sadece huzurlu bir gelecek gördüğüm için rahat ve mutluydum. O anıları sadece yavaş yavaş yaşamak için sabırsızlanıyordum.

"o yaşında bile şimdiki güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemişsin." dedi yüzündeki bana olan hayran dolu bakışlarını hiç çekinmeden göstermişti. Gözleri derin bir kara delik gibiydi, sonu yoktu bir sonsuzlukta hiç şikayetçi olmadan sürüklenip gitmek eğlenceliydi. Evrendeki en parlak yıldız artık benim için sadece Kutup Yıldızı değil. nezaket ve aşkla eğilip alnımdan öptü. Ciğerleri sökülecekmiş gibi öksüren Jimin'e çevirdim bakışlarımı gülerek baktı ikimize ve ardından kafasını iki yana salladı. "her zaman aynılar." dedi, bunu sesli söylememişti ama dudaklarını okumuştum.

Alt köşede yazan 29 nisan 2041 tarihi ve üçümüzün doğum günü kutlaması yaptığımız jeju adasından bir görüntüydü.

"bu benim doğum günümden! Kolumdaki bu şeyi bana o zaman siz almıştınız yeni çıkan bir teknoloji o kadar muhteşem ki! Bu zamandaki insanlar görse sanırım haline acırdı." dedi, Min. Kıkırdayarak devam etti resim galerisindeki resimleri tek tek göstermeye görüntülerden çok farklı fotoğraflara daha gitti. Ben ise gelecekteki bizi görebildiğim için heyecanla dikkatli bir şekilde bu tuhaf durumu izliyordum. Hem bizim çocukların da sorularına yanıt bulmuştum.

1- o zamanda da hiç ayrılmamış ve hep beraberdik.
2- hyunjin ilerde zamanının en ünlü saygı gören sanatçısı olmuştu.
3- felix tüm dünyaya sesini duyuramamış olsa da korede ünlü bir şef ünvanını almıştı.
4- en önemlisi de Seungmin okulunu bitirebilmiş(!) ve kendi küçük şirketini açmıştı.

İçimde hep sormak istediğim bir soru vardı cevabını gözlerimin içini parlatan büyük bir ödül kupasıyla almıştım. Üzerinde yazan, 2040 yılına aitti! Sayın, bay Lee Jisung diye başlıyordu hemen yanındaki küçük kağıtta yazılanlar. Lee Jisung. Aynı yeri okuyarak gülümseyip durmam beni deli yapar mıydı?

Nasa'nın önünde çekindiğimiz üçlü aile fotoğrafı başarmanın gururuyla dolu gözlerimle bakıyordum kameraya. Bir diğer fotoğrafta ise görülen Jungwoo hyung sımsıkı sarılıyordu bana.

"başarılı kocam benim" diye fısıldadı, Minho kulağıma doğru. Şimdi düşününce 'Yaşlanmaktan ve yüzümdeki çizgilerden asla korkmuyorum çünkü hepsinin bir anısı ve yaşantısı var.' diyen babamın neden böyle dediğini çok iyi anlıyorum. yaşlandıkça güzelleşirdi insan. Hele ki yanında canından çok sevdikleri varsa her şey rüya gibiydi, ikimizin ortak zevkleriyle döşenmiş bir evde minik çocuğumuzla sürdürdüğümüz koskocaman bir gelecek bize verilmiş en güzel hediyeydi. Yanaklarımda dolaşan soğuk parmakların sahibine baktım o ana kadar ağladığımın farkında değildim. Onunla yaşlandığım anıları görüyor olmak, sıcak bir aile anısını bilmeden hissetmek tuhaftı. "bu zamanda kalsak hiç gitmesek olmaz mı?"

"her şeyi tadını çıkararak o zamana kadar gelmek varken neden zamanı kısaltalım? Seninle geçireceğim tam 18 yılı doya doya yaşamak istiyorum, jisung."

"bir şey daha unuttun sanırım." gülümseyerek bakan Jimin'i kendisine çekmiş o anda yansıyan fotoğraflar bir anda değişmişti. Şimdi birisine sarıldığı bir arkadaşıyla olan fotoğrafı gözükmüştü. Okul zamanındaki halleri, benim ergenlik zamanımdan farklı daha havalı duruyordu.

"ve tabii ki de zamanı gelince de seninle birlikte." dedi, minho mutlulukla cıvıldayan çocuğun saçlarını karıştırmıştı ama jimin gördüğü fotoğraflarla panikle kapatmak için ellerinden kaçmaya çalıştı. bütün fotoğrafları karartmıştı ve artık gözükmüyorlardı.

"fotoğraflara bakıyordum neden kapattın?" gülmüştüm neden böyle davrandığını anlamıştım ebeveyn gözünden hiçbir şey kaçmaz! "ismi, Dongwoo olan ile çok samimi fotoğrafların vardı. Sevgilin mi yoksa?" cevap vermemişti sadece yutkunup kendisini biraz geriye çekti. Gözlerini tıpkı Minho'nun yaptığı gibi kırpıştırıp duruyordu, fazla sevimliydi. Gülerek tekrardan "doğru değil mi?" diye devam ettiğimde "baba!" uyarısıyla üstüne gitmekten vazgeçmiştim. Minho da içten içe gülse de korumak için "karışma benim oğluma!" diye, bana çemkirmişti.

"tamam, tamam bir şey demedim."

"peki" dedi birden jimin, uzun süren sessizliği bozmuştu. dinlendirmek için kapattığım gözlerimi açıp ona bakmıştım. "babam sana hiç karşılık vermeseydi sadece arkadaş olarak görseydi seni ne yapardın?" diye devam etti yüzündeki oluşan hüzün böyle bir şeyi yaşadığını ayna gibi gösteriyordu. Benim oğlum aşık mı olmuştu!  "hiçbir şey yapamazdım ki" diye karşılık verdiğinde karamsar bir şekilde yere başını çeviren Jimin'i izledim bir şey diyememişti.

"yapılırdı. Karşındaki insana gerçekten sevdiğini gösterirsen kazanırsın. Sadece dene, denemezsen kaybedersin."

"ben kendim için dememiştim!" diyerek panikle elini salladığında gülümsedim. "sadece o ihtimali merak ettim sizin için yani başka bir şey yok."

Çalan kapı zilinin ardından yanımızdan hemen uzaklaşmak ister gibi "ben bakarım" diyip koşarak odadan çıkmıştı. Kapıyı açtıktan bir süre sonra gelen tanıdık seslere kulak vermiştim. Minho kalktığı yerden salona doğru ilerlerken ben de peşinden gittim. Siwoo ve Donghyun içeriye doğru tedirgin bir şekilde adımlıyor bir yandan da etrafı inceliyordu en sonki bakışları üzerimizde durdu.

"dediğin gibi plan hazır"

IN TIME / MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin