baba, hadi ama! Geç kalıyoruz" dedi, Jimin. yerinde durmadan kıpırdandığı için kravatını takmakta zorlanıyordu. Onun yanına gidip ellerinin arasından aldığım kravatı daha düzgün bir hale getirip bağladım.
"Tamam, sakin olur musun Jimin?" hâlâ karşımda heyecanda titriyordu "durduramıyorum baba kendimi" diyip saf bir şekilde gülüyordu.
"Minho babam nerede! Baba! BABA!" Minho lavabodan mırıldanarak çıkmıştı, yorgunluktan bugünü kendine dinlenmek için ayırmıştı ama birden Jimin'in eve gelip sevgilisinin ailesiyle tanışmamız için bizi yemeğe çıkaracağını söyleyip apar topar hazırlanmaya tutmuştu. Kendisinin üzerindeki olan tatlı heyecanı bize de geçiriyordu. Elim ayağıma dolana dolana hazırlandım hatta gömleğimin düğmelerini bile ters iliklediğimi sonunda aynadan kendime bakabildiğimde farketmiştim.
"bugün olması şart mıydı sanki!"
"söylenme artık Minho, orada da yüzünü asma sakın bak güler yüzlü ol insanlara." son düğmemi de ilikledikten sonra gömleğime uygun olabilecek bir kravat aradım sonunda koyu yeşil bir kravatta karar kılıp üzerime doğru tuttum. "işte bu güzel!" diye kendi kendi mırıldandım.
Hâlâ cevap vermeden sessizce sandalyesine oturan Minho'nun yanına ilerledim. "kravatımı bağlar mısın?" dediğimde yüzünde gülümse belirmişti ama arkada bağıran Jimin ile bıkkınlıkla nefesini verip arkasına yaslanmıştı.
"Dede! Dede! Dedelerim nerdesiniz! Baba Dedem nerde!"
"seni de dedeni de... Ver hayatım ver" elimden kravatı alıp düzelttikten sonra kalktığı yerden boynuma takıp düzeltmişti.
"bugün ayrı bir güzelsin kocam" kravatımı düzelttikten sonra yanağıma bir öpücük kondurmuştu. Gülümseyerek baktım gözlerine. O, kravatını takmamıştı. Normal bir şekilde giyinmişti. Omuzlarındaki tozları temizlerken boynuna sarmıştım kollarımı.
"sen de bugün fazla çekicisin." dudaklarıma doğru uzandığında kendimi hafifçe geriye çektim. "bugün huysuz olmayacağına söz vermeni istiyorum."
"bilmem"
"minho!"
"tamam söz veriyorum." demişti ama söz verirken bile gözlerini devirip huysuz haline dönmüştü. "eğer uslu durursan bunun bir ödülü olabilir." dudaklarının üzerine bir öpücük kondurduğumda salondan "hadi ama!" diye bağıran Min'in sesi duyulmuştu.
"ben bu çocuğu gecenin sonunda öldürürüm ama." sinirle geri çekildiğinde gülerek koluna girip kapıya doğru yürümüştük. Babamlar şık bir şekilde hazırlardı ve Jiminden daha heyecanlılardı. evden çıkıp arabaya bindiğimizden beri Jimin'e bir şey olmayacağını her şeyin güzel geçeceğini rahatlaması için söyleyip dursam da o daha kötüsünü düşünüp duruyordu.
Araba tam evin önünde durduğunda, indik. Kapının önünde bekleyen üç kişilik aileye göz gezdirdim. Çok tuhaf, tanıdık geliyorlardı. Güler yüzle karşılaşmışlardı ama Minho donuk ifadesini hiç bozmamıştı. parmaklarımla gülümsemesini işaret ettiğimde yalancı uzun bir gülüş yapmıştı. Bence gülmese daha az korkutucu olabilirdi.
İçeriye adımladığımızda bize doğru gelen çiftlerden birine "merhaba ben Jisung" dedim, oldukça güler yüzlü adam elimi nazikçe sıkmıştı.
"memnun oldum, jisung. Ben Donghyun."
"memnun oldum, Siwoo ben de." ikisi minho ile de selamlaştıktan sonra kenarda utanarak duran çocuk eğilerek selam vermişti.
"merhaba, Dongwoo" dedim omzuna hafifçe dokunduğumda kafasını gülümseyerek kaldırdı kızarmış yanaklarıyla bakıyordu.
"hoş geldiniz" bize önden eşlik ederek yol gösteriyorlardı. Odaya girdiğimizde bizi şık bir masa karşılıyordu. Oturmamızı bir süre ayakta bekledikten sonra oturmuşlardı. Bir yardımcı, yemeklerimizi koymak üzere önümüzden tabaklarımızı almıştı. Evleri fazla gösterişliydi ama sanki biraz eski bir tarza eşlik ediyordu.
Gözlerim istemsizce karşımda duran iki kişiyi buluyordu. Gerçekten onları bir yerde gördüğüme çok emindi hislerim. Adının Siwoo olduğunu öğrendiğim kişi bana baktığında "bir şey mi oldu, Jisung bey?" dedi, elindeki çatal ve bıçağı tabağının kenarına düzgünce bırakıp bana baktı gülümseyerek. Kafamı sadece iki yana sallamakla yetindim.
"nedense bana çok tanıdık geldiniz."
"belki de başka bir zamanda tanışıyoruzdur." dediğinde kıkırdadım. Başka bir hayatta, belki de olabilirdi.