Bütün olayları unutturacak sıcaklığına sımsıkı sarılmıştım, huzurla derin bir şekilde uyuduğum en tatlı şekerleme an'ıydı. Kolunu omzumdan çekmeyerek öyle öpmüştü ki sadece ona ait olan ferah cennetine çıkarıyordu sanki beni. Böyle, ona sokulmuş oturmak ne güzeldi. Onun yüzüne, elbisesine, o parlak ışıl ışıl gülümseyen o koygun gözlerine bakmak, bana çocukça bir his veriyordu. kalbimin yarısı kayıpsa bile, geriye kalan kısmı çoktan onunla dolmuştu.
Gözlerimi yavaşça açtığımda karşımda gülümseyen tek tarafını güneş ışınlarının aydınlattığı kusursuz yüzün sahibini izledim. Soğuk parmakları, dağılmış saçlarımın arasında dolaşmıştı. Kollarımı iki yana açıp gerindiğim sırada yanağımız birbirine değiyordu gülümsedim hafifçe geriye çekilip bir öpücük kondurmuştu bir kez daha yanağımı uzattığımda bir daha öpmüştü ama bu sefer canımı yakmayacak bir şekilde ısırdığında dudaklarımdan kıkırtılar kaçmıştı.
güçlü yankılanan bir öksürük sesi, o anın bütün büyüsünü uçurmuştu.
Babamlar buradaydı ve ben onları tamamen unutmuştum!Minho'nun kollarının arasından aceleyle çıkmaya çalışmıştım ama beni kendine daha çok çekip sımsıkı sarılmıştı. "boşver onları." dedi, rahat bir tavırla. "onlar gibi değiliz en azından biz sevgimizi saklamıyoruz"
"haklısın sevgilim" dedim, arsızca. Ona ayak uydurup kollarımı etrafına sardım ve başımı omzuna koydum. Küçücük bir koltukta çok fazla hareket edeceğim bölgem yoktu. Minho'nun belimi saran kolları sayesinde rahatça yatabiliyordum. arkadan gelen kızgın mırıltıların ardından bize doğru bir rüzgar gelmişti. Çocuk gibi yastık atmışlardı. Minho beni yastıktan korumak yerine beni çekip kendini sakladığı için iki tanesi sert bir şekilde direkt olarak kafama gelmişti. acımış gibi yaptığımda minho da yalandan çıkardığı ağlama sesleriyle. "koruyamadım seni." demişti.
"beni önüne siper edersen koruyamazsın tabii ahmak!" yalancı kızgın ses tonuyla, kollarını üzerimden ittirip kalktığımda bize atılan yastıkların biriyle kafasına doğru üst üste vurdum ama elimden çabucak almış ve beni kendine çekmişti karnımın üzerinde dolaşan parmaklarıyla neredeyse çığlık atarak gülüyordum. "seni öldüreceğim, cidden!" dedim kendimi elinden kurtardığım kısa bir anda. Bizim bu halimize bakıp gülen babalarımızın sesi dolmuştu kulaklarıma. Changbin amcanın ise babama arada yemek sorduğunu da işitebiliyordum.
Bu iki yaşlı, yıllık izinlerini hiç sorma gereği duymadan bizimle geçirmek üzerine karar vermişlerdi. Bu sabah onların susmayan telefonlarıyla erkenden kalkmak zorunda kalmıştık. Şuan Changbin amcanın evindeydik onlar tatilleri için alışveriş yapmaya gitmişken biz de fırsattan istifade koltukta uyuyakalmıştık ama bizim aslında yemek hazırlamamız gerekiyordu.
"yemek hazır!" diyerek mutfak kapısını açıp gelen Jimin'e çevirdik bakışlarımızı. Üzerinde siyah, kırmızı kalplerle şekilli bir önlük vardı. Yaptığı yemeklerin her birinin üzerinde bıraktığı bir lekesi vardı. Babamlar şaşkınlıkla baktı çocuğa, onun kim olduğu hakkında tam bir şey söylememiştik. Sadece benim arkadaşım olduğundan ve ailesiyle bir sorunu olduğunu bu yüzden de erkenden ayrıldığımızdan bahsetmişti minho bu onları ne kadar tatmin ettiyse o kadar inanmışlardı.
"çocuğa mı hazırlattınız!" diye kızmıştı babam yanımıza gelip fısıltıyla azarlamıştı. Jimin'in yanına gidip mahçup bir şekilde üstündeki önlüğü çıkartmıştı
"Jimincim, teşekkür ederiz yardımların için jisung senin gibi arkadaşa sahip olduğu için şanslı ama keşke biraz sana özense." iğneleyici sözlerinden sonra samimi olmayan bir gülümseme sunmuştu bana karşı ama bu noktada kaçırdığı bir olay vardı ki: karşısındaki geçmişten gelen torunuydu. Yani, benim büyüttüğüm bir çocuk. herkes yemek masasına ilerlerken düşündüğüm şeyle kendi içimde gülmüştüm. Babam Minho ile birlikte masanın eksikliğini giderirken ben ve Changbin amca ile karşılıklı tuttuğumuz kaşıklarla yemekleri yemek için hazırda bekliyorduk.