Yıl : 2032
"Jimin, hayatım koşturma etrafta. Uyuman gerekiyor ama şuan."
"hayır!" diye bağırıp babamın arkasına saklanmasıyla yorgunluktan kendimi koltuğa atmıştım. Babam bu halime bakıp sadece gülümsüyordu.
"baba bir şey söyler misin?" babam arkasında saklanan Jimin'i kollarının arasına alıp televizyonunu izlemeye devam etmiş omzunu umursamazca silkmişti.
"ben karışmam sonuçta her şeyi kitaptan okuyup biliyorsun. İkna et işte." dalga geçerek kumandadan kanal değiştirmeye çalıştıkça daha da sinirlerim bozuluyordu. Yarın Jimin'in okulunda ilk günüydü ve ondan daha heyecanlıydım. Şimdi uyursa yarın onu erken kaldırabilirdim ama uyumazsa hep huysuzlanırdı ve onu öyle okulda bırakamazdım.
"ben, Minho babamı bekleyeceğim!" minik kaşlarını çatıp kollarını önünde bağlamıştı. O kadar sevimli görünüyordu ki, ısırarak sevebilirdim ama bundan yüz bulur ve asla yatağına yatmazdı.
Çocuğuma kendim bakmak ve kimseden yardım almak istemediğimi söylediğim için pişmanlık yaşadığım anlardayım. Şimdiye kadar kitaptakilerle iyi bir şekilde anlaşıyorduk ama şu son 5 ayda çok değişmişti her şeye huysuzlanırdı yanında hep beni ve Minho'yu istiyordu birimiz bile eksiksek hiçbir şey yapmak istemiyordu ve bu kitapta yazmıyor! Eğer Minho'yu beklersek saat fazlasıyla geç olacaktı en kötüsü de babamda yardım etmiyor. Changbin amca ise kendisine aldığı özel sallanan sandalyede uyuyakalmış horluyordu.
Baba olmak gerçekten çok zor!
"sana hikaye okuyacağım hem, istemez misin?"
"babamda olsun!"
"hay senin babanın bacağına... " kafama yediğim yastıkla susmak zorunda kalmıştım. Babam küfür edeceğim için gözlerinden alev çıkarcasına bakmıştı bana.
"jimincim" dedi, babam nazik bir şekilde eğilip başının üzerinden öpmüştü. Jimin ise şımararak kafasını dedesinin göbeğinin üzerine koydu dayanamayıp sevimli çocuğumun yanağından da öpmüştü. "şimdi sen yatağına yat baban sana hikaye anlatsın. Geride kalan hikayeyi de Minho baban sen uyumadan önce anlatacakmış."
"tamam olur!" dedi, direkt kabul etmeyeceğini düşünüyordum şimdi şaşkın bir şekilde baktım. Tam 1 saat! Tam olarak 1 saattir onu yatağına yatırmak için bütün yolu denemiştim kabul edeceği şey sadece bu muydu? Babam Jimin'i kucağına kaldırıp odasına doğru ilerlerken ben hâlâ arkalarından şaşkınlıkla izliyordum.
Peşlerinden ilerlediğimde odadan çıkan babam. "sen de aynı böyleydin. Huysuz ama ne olursa olsun sabırlı olurdum." diye uyararak yanımdan geçip gitmişti. Haklıydı bazen çok bağırıp çağırıyordum sabrım tükendiği anlarda. Belki de çok kötü bir babaydım.
İçeriye adımımı attığım an kocaman gülümsemesiyle karşılamıştı beni. " baba! "diye cıvıldadı birden kollarını bana doğru uzatarak bekliyordu. Yanına yaklaşıp yatağının bir boşluğuna oturdum ve o küçücük kollarının arasına girmiştim. Kokusu bu dünyada bulunmayan tek güzel şeydi. Cenneti tanımlayan bir kokuydu.
"yarın sence iyi geçecek mi? Yongin gibi arkadaşlarım olacak mı?" dedi dudaklarını büzerek kafasını yastığa yaslayıp tavandaki Minho'nun onun için süslediği yıldızlarına bakıyordu.
Yongin, felix ve jeongin'in çocuğuydu. Onlar aralarındaki bu bağı hiç belli etmemişlerdi ve evlenme kararı aldıklarında öğrenmiştim. Asla hayal edemeyeceğim iki çiftti. Mutlu bir aile kurmuşlardı. Jimin, Yongin ile neredeyse hiç ayrılmıyordu onunla bütün eşyasını paylaşırdı başka çocuklar sırf eşyasına dokundu diye dövmüşlüğü vardı!
"çok iyi geçecek hayatım. Bir sürü arkadaşın olacak." yanağından üst üste öptüğümde kıkırdamıştı. "herkes seni çok sevecek."
"tamam şimdi hikayemi dinleyebilirim." dedi, gamzesini göstererek gülümsemişti. Ellerimle dağılan kıvırcık saçlarını ayırdığımda elime bir hikaye kitabı aldım ama vazgeçip aklımdan uydurduğum bir hikayeyi anlatacaktım
"bir varmış bir yokmuş, günün birinde yaşayan yakışıklı mı yakışıklı bir prens varmış. Babasıyla annesi ayrılmış o da bambaşka bir ülkenin yönetimine katılmak için kralıyla birlikte taşınmışlar. Her zaman mutlu olan bu prens orada kendisini rahat hissetmez, asla mutlu değildir. Özel eğitimlerden geçmesi lazımdı ama o derslerine bilerek odaklanmıyordu. Belki kralı üzgün olduğunu anlarsa belki de kraliçenin yanına dönebilirlerdi. ama ne kadar hoşlanmadığı şeyleri de yapsa dilediği gibi olmadı aslında kendine zarar verdiğinin farkında değildi neredeyse eğitiminden atılacaktı ve asla bir kral olamayacaktı."
" hayır atılmasın! " dedi, üzgün bir şekilde bana bakınca tebessüm ettim.
"atılmadı tabii ki, çünkü karşısına bir savaşçı çıkmıştı. Kendi hüküm sürdüğü ülkesine zarar veren düşmanları uzaklaştıran bir savaşçı. Kimse onu sevmiyorken, hiç arkadaşı yokken onunla tanışır o gün onun yanında o kadar kendini rahat hissetmiş ki, yalnızlığı yok olmuş. Kendisini ilk defa o ülkenin prensi olarak hissetmiş." gözlerinden hiç uyku gözükmeyen Jimin'e çevirdim bakışlarımı hikaye onun ilgisini çekmişti meraklı bir şekilde. "sonra ne olmuş baba?" diye sormuştu.
"sonra bu ufacık mutluluğa sığınıp hep onu takip etmiş. Her gün, bir bahaneyle yanına gidermiş." Jimin bakışlarını kapıya çevirdiği an "baba!" diyerek mutlulukla kalkmıştı yerinden Minho, yatağın ucundaki ona doğru koşan çocuğu düşmeden kucağına almıştı.
"babamın anlattığı hikayenin devamını anlatmaya mı geldin?" dediğinde anlamayarak kırpıştırdığı gözleriyle bana baktığında sadece gülümsemiştim. Devam edemezdi ki, diye düşünüyordum. Jimin'in yanağından öpüp yatağına geri yatırmıştı.
"tabii ki, bunun için koşarak geldim."
"hadi anlat!" diye direttiğinde yatakta benim gibi küçük boşluğa tam karşıma oturmuştu. Elleri minik elleri tutuyordu ve baş parmağıyla seviyordu.
"tamam o zaman. Ben de savaşçıyı anlatayım." demişti. Kaşlarımı çatıp ona baktım. Ne zamandan beri orada durup anlattıklarımı dinlemişti?
"savaşçı, prensin bahanelerle kendisiyle buluşmaya çalışmasını biliyordu ve bu çok hoşuna gidiyordu. Yakışıklı mı yakışıklı bir prensin onunla ilgilenmesi neden hoşuna gitmesin değil mi?" dedi dalga geçerek gülmüştü. Anladım en başından beri buradaydı.
"sonuçta, ona zarar gelmesin diye korumuyor muydu, kaleleri. Ona bir teklifte bulunur ona bir savaşçı olmayı öğretmek ister güçlü kaslı kendisi gibi." dediklerine sesli bir şekilde güldüğümde bozulmuş bir şekilde bana dönmüştü.
"hikaye anlatıyoruz şurada bölmezsen" dediğinde ellerimi teslim olur gibi kaldırıp ağzıma çizdiğim yalancı bir fermuarla birlikte elimle devam etmesi izin vermiştim.
"işte her gün aslında buluşmak için başka bahanesi olmuştu, prensle saatlerce çalışıyor olması onu yormuyordu kendi işleri bile yük olurken, ona bir şeyler öğretmek hiçbir zaman yormamıştı ama prens biraz geç algıladığı için aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmak zorunda kalıyordu Savaşçı."
"belki anlıyordur ama savaşçı tam olarak anlatamıyordur belki." Minho bakışlarını bana çevirince alayla gülmüştü. "hah prenste aynı böyle demiş kendisini savunmak için ama savaşçı bütün orduyu dize getirecek kadar başarılı olduğu gözden kaçırmamak gerekir.
" o zaman uğraşmasaymış" dedim, sinirli bir tonda.
"uğraşırdı. Aşık olmuştu çünkü prense, bir gün bile ortadan kaybolsa deli gibi merak edermiş her gün yanında durmasını istermiş etrafındaki insanlar hiç umrunda değildi tek gördüğü peşinden hiç ayrılmayan küçük, sevimli prensti." gözlerinden hiç ayırmamıştım gözlerimi öylece izledim onu ne kadar zamandır böyle kaldığımızı bilmiyorum. Bakışlarımı kaçırdım sesi hiç çıkmayan Jimin sonunda derin bir uykunun kollarına kendini bırakmıştı.
"savaşçı iyi iş çıkardı, kale hiç yıkılmadı."
"asıl prens iyi iş çıkardı, kaleyi kurmasaydı korunacak bir şey de kalmazdı."