Daha modern bir zamana ayak bastığını zannederken aslında tamamen bir bataklığa battığının farkında olmayan iki genç: Donghyun ve Siwoo. kaçtıkları zihniyetin özgürlüğünü bu yılda tattıklarını zannederken aslında yanıldıklarını test etmişler. Bir kaç saattir anlatılanların hiçbirinin yaşandığına dair bir anım yok bunun sebebi ise minho'nun bana anlattığı gibi benim farkında olmadan zaman değiştirilmesinden kaynaklı olduğundanmış.
Okul önünde öpüşen iki erkek fotoğrafı, bütün okul gruplarında dolaşıp durmuş kim olduğu araştırıldığında ise birisinin bizim ismimizi vermesiyle her yerde bu sefer Minho, Jisung isimleri dolaşmış. Öğrenci öğretmen ilişkisinin nasıl bir skandal yarattığını tahmin etmek zor olmasa gerek. bütün o kötü yorumları okuyunca köşeme çekilip tek başıma ağlayıp durduğuma eminim. iyi ki, bu iyiliği bana yapıp zamanı değiştirmişlerdi yoksa o okula bir daha adım dahi atamazdım.
"Minho'nun küçüklüğünü mü gördün?" dedi, seungmin. bütün herkese çok merak ettikleri zamanda yaptığımız yolculuğun hikayesini anlatıyordum. Gözümün önünde tekrar canlanmıştı bütün eski binalar, estetetik ve tarihi yapılarıyla akılda kalıcılığını koruyorlardı. Denizin dalgalarında kaybolduğumuz gerçeklikleri öğrenmiştik. şuan onlara karşı anlattıklarımla duyguyu yansıtamıyor olabilirdim eğer bizi bir ekranda izleme şansları olsaydı eminim gülmekten kendilerinden geçerlerdi. Babamların o halleri aklıma geliyordu anlatırken bile utanmıştım! Ama hain 4'lü buna fazlasıyla sevinmişlerdi. En çok da Minho'nun tepkilerine gülüp durmuşlardı onu abartılı bir şekilde taklit etmemde bir sakınca görmemiştim sonuçta o şuan burada değildi.
"Kadın birden oğlunuzu getirdim diyince dayanamadım geçmiş zamandaydık en fazla ne olabilirdi ki?" şuan bakılınca da bir şey de olmamıştı zaten. Bana da çok güzel bir anı kalmıştı. Keşke o anın fotoğrafını çekebilseydim!
"çok güzel, tatlı bir çocuktu. Fotoğraflarda değilde onu gerçekten canlı bir şekilde görmek tuhaf hissettirmişti. Uzun bir süre onu vermek istememiştim."
"Minho, çocukluğu gibi miydi?" dedi, felix. Arkamdaki bir noktaya kısa bir süre bakıp gülümseyerek çevirmişti başını bana doğru şuan geldiğini hissedebiliyordum ve ne konuştuğumuzu anlayana kadar da konuşmayacaktı.
"hayır, o şuan daha çirkin!"
"hadi ya!" Herkesin gülüşlerinin arasından sonunda sesini işittiğimde yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Yalandan kim ölmüş canım!
Yanıma oturduğunda kollarımı boynuna sarmıştım. Yanağına ufacık bir öpücük kondurduğumda parmağıyla diğer tarafı da göstermişti ve orayı da öpmüştüm.
"ee çifte kumrular başka ne oldu anlatın"
"sonra, 2030 yılında evlendiğimizi gördük işte bir çocuğumuz vardı." dedim başımı Minho'nun omzuna yaslayıp utançtan yanan yanaklarımla büyük bir cıvıltıyla anlatmıştım. Gözlerimi yastığına başını yaslamış yattığı yerden uyumayıp bizi gülümseyerek izleyen Jimin'e çevirdim bakışlarımı.
"ne! 2030 yılında amca mı oluyorum ben" seungmin jeongin'in yakasındaki uzun kumaşı yalancı bir ağlamayla gözlerini siler gibi yapmıştı. En son burnuna getirdiğinde iğrenerek kendinden ittirmişti büyük bedeni.
"o kadar etkilendim ki, zaman yolculuğu yapasım gelmedi değil." dedi, felix hyunjin de onunla birlikte büyük bir hevesle kafasını sallamıştı.
"hayır" dedi, keskin bir sesle minho. "hayır, kimse denemeyecek bundan sonra hayatımıza tünel hiç yokmuş gibi davranacağız tabii Jimin'i geri gönderdikten sonra"
Jimin koltuktaki yastığı kucağına alıp oturuşunu daha rahat bir hale getirdikten sonra kimse bir şey sormadan "evet haberlerde bahsedilen o çocuk benim." diye yanıtlamıştı herkesin aklındaki soruyu. Artık kimsenin şaşırmadığı ve alıştığı noktaya gelmiştik.
"bir de benim oğlum diyin de burada düşüp bayılayım" dedi, seungmin. bu olayla dalga geçer gibi gülerken. Ciddi bakışlarımızı yakaladıktan sonra o gülüşü soldu. "Cidden bayılacağım! Tut beni Jeongin."
Seungmin kendi içinde drama yaratmasına odaklanmadan koltukta yer açıp yanımdaki boşluğu pat patlayıp Jimin'i yanıma çağırmıştım. madem bütün olayları biliyorlardı artık bunu da öğrenmelerinde bir sakınca yoktu gerçi daha biz de yeni öğrenmiştik ve bunun üzerine hiç konuşamadık ona hoş bir karşılama yapamamıştık ve bugün belki de bizden beklediği tepkiyi gösterememiştik. Yanıma gelip oturduğunda parmaklarımı küçük çocuğun saçında dolaştırdım.
"burada odak noktası ben olmam gerekmiyor muydu, diye düşünürdüm hep ama şimdi kendimi çok utanmış hissettim." bakışlarını halıdan hiç çekmeden utançla gülümsemişti. doğru söylüyordu herkes suspus sadece onu izleyince kendisini kötü hissetmişti ama şuan ne yapmamız gerektiğini de bilmiyorduk ki. Ona sarılmalı mıydım? Yoksa nasihatlerimi sıralayıp zaman yolculuğu yaptığı için ona kızmalı mıydım? Gerçi gelecekteki baba jisung ne yapardı onu bilmiyorum.
"haklısınız ama ben de ilk sizi gördüğümde böyle olmuştum." dedi, sanki içimizi okuyormuş gibiydi. Yüzündeki hafif belli belirsiz ifadesi üzgünlüğünü belli ediyordu.
"ben en çok şeyi merak ediyorum" jeongin bir anda seungmin ve felix'in arasında sıkıştığı koltuktan öne doğru çekmişti kendisini yüzündeki ciddi ifadesi Jimin'in üzerinde odaklanmıştı. "2030 da bu tayfa hâlâ birlikte miyiz?!"
"daha önemlisi, ben hwang hyunjin gelecekte bir ünlüyüm değil mi?"
"peki ben ünlü bir şef unvanını almışımdır korede öyle değil mi?"
"ben sadece okulu bitirebiliyor muyum onu merak ediyorum." demişti son olarak Seungmin bayık bakışlarıyla umursamazca geriye yaslandı hayatında diğerleri gibi hiçbir amacı yoktu buna gülmeden edememiştim. Jimin herkesin merak ettiği sorularına cevap vermeye çalışırken başka birisinin konuşmasıyla kelimelerini yutup kendini hep geriye çekmişti. Masum bakışlarını sadece meraklı amcalarının üzerinde gezdirdi
O sırada, odanın kapısını açıp ilerleyen ikilide gezdirdim gözlerimi. Bizim sesimizden uyanmış olmalıydılar. bir kaç saatlik uykuyla yanımıza geri dönmüşlerdi. Bütün geceyi ayakta geçirdiklerini, hiç uyuyamadıklarını söylemişlerdi gerçi söylemelerine bile gerek yoktu baktığımızda çökmüş çukurlar, kırmızı gözler kurumuş dudaklar her şeyi belli ediyordu. Ölüden farkı kalır bir yanı yoktu. Donghyun'un takıntılı olduğu aşığı, onlardan intikam için peşlerinden gelmişken korkudan nasıl uyuyabilirlerdi.
Siwoo derin bir nefes bıraktı ortama tekli koltuklara kurulduklarında yüzünde savaşçı bir ifadeyle, ateş atan gözleriyle herkesin üzerinde gezdirdi. "sizden tek bir şey duyacağım ondan sonra gideceğiz" demişti. Yatağa geri gitmeden önce onlarla birlikte olup olmayacağımızı düşünmemizi istemişti bizden. Zorlamıyordu ama bakışlarındaki kimsesizlik istiyordu bizi yanında görmeyi. İster miyim diye düşünüyorum eğer gerçekten bu dünya için önemli bir şey olacaksa ve ucu bize de dokunacaksa bunu kabul etmekte bir sorun yok gibiydi. Minho'ya çevirdim bakışlarımı, o sırada zaten onun da bana baktığını farkettim. Gergindi.
"Size yardımcı olamayız Siwoo, evden çıkabilirsiniz."