Zamanı yerinde ve güzel kullanmak gerçekten önemli bir unsur. Karşında yığılan koskocaman bir ordu ile başbaşa kalınca daha iyi anlıyorsun geçen her bir saniyenin bile değerini. Emrime itaat edecek bir zaman olsa bile bitiremeyeceğim yüz sayfalık kitabın kapağını inceleyip duruyorum nereden başlamalıyım bilmiyorum şuana kadar ne anladım onu da bilmiyorum.
Sınavıma sadece 9 saat kaldığını biliyorum.
Ha bir de beni bu bölüme aşık eden adamı biliyorum. Fizik öğretmenim.
Hayatına mutlu mesut bir şekilde sözelci olarak devam eden bir insanın aniden sayısal bölüme tutulması akıl kârı değil ama bölümümü gerçekten seviyorum. Bu yüzden yaşıtlarım mezun olurken ve iş hayatına atılırken ben hâlâ bitirmeye çalışıyorum. Zorlukları var ama sanırım önüme en büyük engeli yine ben koyuyorum. Sanırım artık her şeye sahip olmanın rahatlığı var içimde.
Önümde çözemediğim sorunun kağıdını buruşturup yakınımdaki ağzına kadar dolmuş olan çöpe fırlattım. Attığım kağıtla birlikte bir kaç tane daha önceden attığım kağıtlarda yere düştü. Not çıkarmak bile imkansız gibi görünüyor.
Telefonuma gelen mesaj bildirimi ile gözlerimi dikip daldığım tavandan dikkatimi oraya verdim bütün hocalarında bulunduğu duyuru grubuna bir şeyler yazılmıştı üst üste gelen mesajla önemli olabileceğini düşünüp tıkladım.
Mesajı başlatan en üstteki yazı Lee Minho, yani fizik hocamıza yani benim yıllardır tanıdığım en iyi dostuma aitti - böyle diyince kendimi tuhaf hissettim ve içimde bir yerlerde gurur duygum kabardı-. Sınava geç kalanların hiçbir şekilde mazeret sınavı yapmayacağını ve tekrar saati unutmayalım diye hatırlatıcı bir şekilde eklemişti altına gelen bir sürü öğrencilerin sorularıyla doluydu.
Minho, ilk yılının heyecanını her şekilde belli ediyordu kırpıştırdığı içi gülen gözleriyle bu duygusunu bana aktarmaktan çekinmezdi. ama keşke soracağı soruları da çekinmeden verebilseydi şuan bu durumda olmazdık. Hiçbir şekilde yardımı dokunmayacaksa neden benim dersimin hocası oldu?
Tek bir ders yüzünden mezun olamadığım için sinirleniyorum benim ufak da olsa bu derstten geçer not almamın iki yolu var:
Minho hyung aranıyor...
Normal şartlarda şuan ona çok sinirli olmam gerekiyor ama çok fazla çaresizim yine ilk arayan ben oldum. Yine ilk ben kaybettim... Benden çok uzaklaştı yeni işine başladığı an sanki onun için ben yokmuşum gibi gerçekten aramızda öğretmen öğrenci ilişkisinden başka bir şey kalmamış gibi hissettiriyor. Tanıştığımız ilk günü bile hatırlamıyordu ama yanındaki başka arkadaşıyla olan en ince ayrıntısına kadar anlatacak bir anı hafızası gayet de vardı.
Çalıyor... Çalıyor...
Uzun süredir devam eden çağrı "Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar deneyiniz... Dıt dıt dıt." sesinden sonra sonlanmıştı. Artık çaresizce kaderime razı gelmekten başka şansım kalmamıştı.
Bugün beni, yanlarından aniden kalkıp gittiğim için, üst üste aramıştı hiçbirine cevap vermeyip arkadaşlarımın yanında eğlenmeme devam ettim. Tabii bütün o eğlenceler şuan kalbimi suçlulukla tırmalıyordu.
Şuan aslında sadece uyumak istiyorum. Vücudum daha fazla yorgunluğuma direnemeyecek haldeydi. Aralık bıraktığım pencereyi kapatıp yatağıma geçmeye hazırlanırken duyduğum tıkırtı sesleriyle olduğum yerde durdum. Birisi garaj kapısını mı zorluyordu?
Üst üste gelen seslerden sonra garaj kapısı tamamen açılmıştı. Yere yansıyan uzun insan gölgesini görebiliyordum ve bu kişinin babam olmadığını bilmek havanın rüzgarlı soğuğunu içimde hissetmek gibiydi.
Odamdan çıkıp merdivenlere ilerlerken kendimi korku filmlerindeki o aptal baş karakterlerden biri gibi hissetmiştim. Bana kalırsa, biraz korku yararlıdır.
Garaj kapısına yavaş yavaş parmak ucunda ilerlerken içeride yere düşen demir parçasının sesiyle irkilmiştim. Ardından kalın sesli bir adam "sikeyim!" diye bağırmıştı. Tanıdık gelen bu sesle kaşlarım çatıldı. Bu saatte onun burada ve garajda ne işi vardı?
Garaj kapısını açtığımda karşımda babamın her zaman arabasını yaptırdığı usta, bay hwang duruyordu. Elindeki beyaz tozlu bir örtüyle siyah görüntünün üzerindeki renkli çizimleri olan arabanın üzerini yarı kapatmış bana bakakalmıştı. Ve bu araba bizim değildi.
lakabı bitgaram olan 1998'li yıllarda en iyi ralli yarışçısının arabasına tıpatıp benzeriyle bakışıyordum şuanda. Hiç böyle şeylere ilgim yoktur sadece babamın hayallerini süslediğini doya doya anlattığı fotoğraf albümünden tanıyordum bu arabayı. Bitgaramı da orada görmüştüm -benim tabirimle siyah maskeli adam- yüzü hiç gözükmüyordu daha önce hiç gören de yokmuş zaten. Tuhaf olan da babamla bir fotoğraflarının olmasıydı arkasında yazan fransızca yazıyı "hayranca duygularım" diye açıklamıştı ve ben de üzerinde fazla durmamıştım çünkü babamın nasıl bir fanboy olduğunu görmek isteyecek kadar hayatı sevmiyordum.
"babanın arabasını tamamladım onu getirmiştim." dedi, aceleyle arabanın üzerini örtse de artık herşeyi görmüştüm bizim artık yeni hatta çıtır bir arabamız var! Yüzümdeki şeytani bakışların farketmiş olmalıydı ki, bay hwang beni uyarmak üzere yakınlaşmıştı.
"jisung, baban bu konuda bana çok söyledi. Sakın alıp gezmeye kalkışma" elinde tuttuğu anahtarı bana doğru uzatmıştı. Son anda çekmeceye koymaktansa bana vermenin daha mantıklı olduğunu düşünmüştü sanırım. Bence de en mantıklı karardı (!)
"tabii ki de, bana güvenebilirsiniz bay Hwang!".