hiç korkum yok mu?

8 9 0
                                    


Keyiflii okumalarrr...

On beşinci Bölüm

Hiç korkum yok mu?

Elçin

Babamın bana okuduğu masallarda ki gibi tıpkı. Yemyeşil kırlar, rengarenk çiçekler ,asla üzülmeyen ve sürekli gülümseyen mutlu yüzler. İşte hayalini kurduğum ve asla ayrılmak istemeyeceğim bir yer.

Bu yeşil kırların arasından ayaklarımın üzerine dikildim. Üzerimdeki beyaz elbise, aralarında ki küçük papatya detayları, omuzlarımı saran bembeyaz müthiş, danteller. Tıpkı yedinci  Yaş günümde giydiğim elbiseye benziyor. O lanet gün giydiğim elbiseye benziyor.  Bedenimi saran bembeyaz elbiseye baktım. İlk başa fark etmem uzun sürse de bu elbiseyi öyle iyi tanıyordum ki. Anne ve babamın şiddetle kavga ettiği, ve sonrasında boşandıkları o güne geri gitmiştim. Fakat şimdi o küçük esmer bedenim yerine daha büyük olanı vardı.

  Etrafıma gergince bakındım, gelinciklerle dolu tarla ayaklarımın tamamını kapatıyordu.   Etrafımda ne görmeyi umduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Yinede  derin nefesler eşliğinde, kalp çarpıntımı hiçe sayarak, delirircesine bakıyordum bu gelincik tarlasına. İlk başta bana doğru bakıp gülümseyen insanlar bir anda ortadan kaybolmuştu nereye gittiler. Bir kaç adım atmalı ve onları bulmalıydım. Öyle güzel görünüyordu ki çiçekler, ve gökyüzü, peki ama şimdi benim korkmama sebep olan şey tam olarak neydi.

Hep hayalini kurduğum o muhteşem manzara bu değil miydi? Aldığım derin nefesin ardından hızla adımlarla koşmaya başladım. Bu ucu bucağı olmayan tarlada sıkışıp kalmıştım adeta. Yeniden umutsuzca kafamı kaldırdım. Ekşittiğim yüzümden soğuk terler akıyordu. Alnımdan başlayıp, dudaklarıma süzülüyorlardı. Dahası gözlerimin yaşardığını hissediyordum. Artık nefes alıp vermeye mecalim kalmamıştı. Hırçın yaşlar göz kapaklarımdan süzüldüler yağmur misali.

Zaten ağladığımı görebilecek kimse yoktu etrafta. “Kimse yok mu?” Diye ahmakça haykırdım bu kez. Sesimin çatallaşmasına aldırmadan.  Sesimi fütursuzca, serbest bıraktım. Hıçkırıklarımın içimden geldiğince çıkmasına izin verdim. Elimle yüzümü kapatıp aniden dizlerimin üzerine çöktüm. Azalmasını beklediğim  hıçkırıklar daha da şiddetleniyordu. Gözlerimi kapadım birbirine. Ağladım ve ağladım. Gözlerimden akacak tek bir yaş kalmayana kadar bağıra bağıra ağladım, derin nefeslerimin ardından, elimi yüzümden çektim. Gözlerimi tekrar açtığımda yine o korkunç evde tek başıma oturuyordum. Koskoca gelincik bahçesi gitmişti.

“Peki ya diğerleri. Onlar nerede” diye geçirdim içimden.

Hızla ayaklarımın üzerine dikildim. Artık beni taşımaya mecali kalmamıştı  bu yorgun ayakların.  Yinede aldırmadan, güçlükle ayağa  kalktım.  Güzel olduğu kesin fakat benim kâbusum olan o elbise hâlâ üzerimdeydi. Uzun sürsede idrak edebilmiştim neler olduğunu.  Sıra bendeydi. Yeniden sesli ve korkak bir nefes aldım. Neydi benim en büyük korkum. Şuan  yaşamam gereken ödümü patlatacak olan şey neydi. Çok tuhaftır ki bunu ben bile bilmiyordum. Güzel çiçeklerle dolu, müthiş manzaralı bir tarla mıydı? Yada bu elbise.

“ Hayır, hayır hiçbiri olamaz” başımı sallayarak kendimle konuşuyordum. Gözlerim utanmasa yeniden, dolu yağmur misali akacaktı. 

“Kimse yok mu? Çocuklar nerdesiniz.” çığlık atarcasına bağırdım.  Kafamı hafiften tıkırtı sesleri gelen yöne çevirdim bu kez. beyaz, üzerinde el işlemeleri olan süslü kapıya baktım. Altın sarısı kulpları hareketlenmişti. Kalp atışlarım hızlanıyor, bedenim patlamaya hazır bir volkan misali yanıyordu. Kapı aralandığı an karşımda gördüğüm gözler, görmeyi sevdiğim ve bana kendimi iyi hissettiren o gözlerdi. Bu Rüya’dan başkası değildi.

Onun korkakça bakan sevimli badem gözleriyle göz göze geldiğim an derin bir nefes verdim.
“ Elçin herkes nereye gitti sen niye bağırıyorsun” ince ama pembe dudaklarından süzülen bu cümleleri duyduğum an ona tekrar derinden bir bakış attım. “ Nasıl yani, s- s sen diğerleri burada değil mi?” Koşar adımlarla yanına iyice yaklaştıktan sonra konuşmaya devam ettim.

“ Rüya ben ben bir şeyler gördüm. Tıpkı size olduğu gibi. Ama sorun şu ki b-bben sizin aksinize ben hiçbir şeyden korkmuyorum en azından neyden korktuğumu bilmiyorum.” 
cümlelerim titreyen dudaklarımdan dökülürken sözcüklerimde tıpkı dudaklarım gibi titriyordu. 

“ Ben hiçbir şey anlamadım” Rüya yeniden badem gözlerini gözlerime diktiği an dudaklarımı birbirine bastırdım.

“ Biz hemen şurada Aryan’la sohbet ediyorduk ve o bir anda ortadan kayboldu. Sonra senin sesini duydum. Neler olduğuna anlam veremiyorum.”

Korku ve telaşla dolu sesi gittikçe daha da
endişesini ortaya çıkarıyordu. Rüya’nın ince dudaklarından dökülen sözcüklere dalmışken kapının arkasından gelen seslerle  ikimizde birden irkildik. Bakışlarımı hızla kapıya yönelttim. Daha sonra Rüya’ya baktım ve oda tıpkı benim gibi şaşkın ve anlamsız bakıyordu.

“ Neydi o ses”
Bilmiyorum dercesine kafamı salladıktan sonra, dışarıdan gelen seslere iyice odaklandım. Bu sesi tanıyordum. Bir anlığına duraksayıp yanımda duran korkmuş arkadaşıma çevirdim gözlerimi.

“ Galiba ben biliyorum” sesim çatallaşıyor boğazım düğümleniyordu ama buna aldırmadan, konuşmaya devam ettim.

“ Hatırlıyor musun? Küçükken birlikte hep oyunlar oynardık. Prenses olurduk. Ve o prensesleri kaleden kaçırmak için gelen bir yaratık olurdu.” Gözlerim Rüya’nın gözleriyle yeniden buluştuğunda hatırladığını belli etmek adına başını aşağı yukarı salladı.

“ Ve ben bizi öldürmesinden korkardım” gözlerimden akan yaşlarla birlikte, alnımdan akan soğuk terler karışıyordu. Gözlerini dikmiş bana bakan arkadaşıma baktım yeniden, arada bir gözlerimi kaçırıyordum fakat, bakışlarım hep onunkilerle buluşuyordu.

“ Ben en çok seni kaybetmekten ve o canavardan korkuyorum.”
Benim cümlelerimle Birlikte Rüya’nın durgun bakışları korkak bakışlara çevrildi. Badem gözleri ne yapacağını şaşırmış haldeydi adeta. Ben gözlerimi dikmiş arkadaşımla konuşurken dışarıdan gelen sesler gitgide yaklaşıyordu. Sesleri daha yakından duyar duymaz Rüya bileklerimden kavrayıp, beni odanın en köşesine çekti.
Korkudan ayaklarım titremeye başladığı an, ayaklarımın üzerinde durmak bedenimi de yormaya başlamıştı. Sesler gitgide yaklaşıyordu, üstelik küçüklüğümüz de hayal gücümüzü sonuna kadar zorlayıp, zihnimizde yarattığımız o yaratık şimdi gerçekti. Kapının hemen arkasından gelen hırtılar bunu birebir kanıtlıyordu.  Bu asla bir insan değildi. Üstelik kapana kısılmış olmalıydık….

zeit not Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin