Yeni bölümle geldim. Biraz geç oldu ama geç olsun güç olmasın.....
Yirminci bölüm:
İpucuVe işte o büyük, ve bu küçük kapının arkasına nasıl sığdırıldığına emin olamadığım o kütüphanedeydik. Tek seferde burayı bulmuş olamama sevniyordum öte yandan burada ne bulmayı umduğum hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu.
Küçük adımlarla iyice ilerledim kitapların arasına doğru. Arkamda olduklarına emin olduğum ikiliye baktım. Elçin’in surat ifadesi anlamsız bakıyordu. Han’ın ise ondan eksik kalır yanı yoktu. Bakışlarında ki anlamsızlığı sormak adına başımı salladım. Elçin ne demek istediğimi anlamıştı ve hiç tereddütsüz konuştu.
“Burası değil” dedi.
Anlam veremeyip, ne demek istiyorsun dercesine gözlerimi belerttim.
“Kütüphane. Sanırım yan taraf” baş parmağıyla sağ tarafını gösterip, belli belirsiz bir bakış atmıştı bu kez. Bense ondan hallice etrafımda ki görkemli kitap raflarına bakındım.“Hayır burası. Görmüyor musun?”
“Neyi?”
Konuşan Han’a çevirdim bu kez bakışlarımı. Yeşil gözleri dikkatle beni izliyordu.
“Görmüyor musunuz?. Her yerde kitaplar var”
İkisi de aynı anda olumsuz anlam da başlarını salladılar. Gözlerimi belirttim yine.Ben mi hayal görüyordum yoksa onlar mı? Ya bendim yada onlar. Şöyle bir düşününce benim görüyor olma ihtimalim yüksekti. Peki ya Aryan. Aryan’da tıpkı benim gibi görmüştü bu kütüphaneyi. Gerçek olduğu besbelli ortadaydı peki ama onlar niye görmüyordu.
Umarsızca raflara yöneldim bu kez. Geçen sefer gördüğüm kitapların hâlâ burada olup, olmadığına bakmalıydım. Zamanın kısa tarihi adlı kitap; olduğu yerde duruyordu. Yerinden santim oynamayan bu kitabı gördüğüm an derin bir iç geçirdim..
Bir kaç saniye duraksadığım anda, bu kütüphanenin üzerime yıkılmak üzere olduğu görüntüler ilişti gözüme. Korkunç bir an olduğu için başımı iki yana salladım. Tek bir kitap ve raf bile sağlam kalmamıştı ama ben kaçmayı başarmıştım o lanet yaratıktan. Gözlerimde ki yorgunluğun artık hiçbir şeye faydası yoktu. Karnımda ki boşluk, zaman ilerledikçe derinleşiyor düşünmemi engelliyordu. Yalnızca ben değil herkes acıkmış olmalıydı. Dünya saatine göre birkaç gündür burada olmalıydık ve hiçbirşey yemeden öylece geçmişti zaman..
Şuan düşünmem bir diğer şey işe, Han ve Elçin bu kitapları göremiyorlardı. Bunun nedenini daha sonra araştırmayı kafama koyup, uzun kavisli, ahşap şekilde tasarlanmış rafarın arasına iyice daldım. Raflar tamamen birbiriyle eşit şekilde tasarlanmıştı ve hayal edemeyeceğim kadar çok kitap vardı.
Oldukça eski olduğu belli olan kitapları kestirdim bu kez gözüme. İlk geldiğimde bu kadar inceleme fırsatım olmamıştı ama tamamen sakin sayılmasa da bu şekilde görmek bu kütüphaneye hayran olmama sebep oluyordu. Ne aradığımı bilmeden elimi; rafta duran oldukça eski bir cilde sahip, maviyi andıran renkli kitaba elimi attım. Tam almak üzereyken dışarıdan duyduğum çığlıkla bakışlarımı kapıya yönelttim. Benim yüzümde ki şaşkınlık diğerlerinde de vardı. Bu iyiydi onlarda gelen sesi duymuşlardı ve bu bir nebze beni sevindirse de, vakit kaybetmeden adımlarımı çığlıkların geldiği yöne çevirdim.
Sesler çok uzaktan gelmiyordu üstelik acı çığlıklardan çok sevinç dolu çıkıyordu bu çığlıklar. Bunun bir tuzak olma fikri zihnime uğrayıp, beni tedirgin etse de önemsizdi. Bu evde nefes almak bile tehlikeliydi.
sesler portreleri gördüğümüz odadan geliyordu ve tanıdıktı. Bu ses Tolga’ya aitti. Onu tanımak hiç zor olmamıştı ama gerçek olup, olmadığını anlamak oldukça zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zeit not
Teen FictionBir yaprak kadar hafiftim sanki. Rüzgârın ahengiyle dans eden bir yaprak gibi sadece düşüyordum. Gözlerim sımsıkı birbirine kenetleyip bu kâbusun artık bir son bulmasını diledim.. Uçsuz bucaksız karanlıktan aşağı süzülürken, birden boynuma dolanan...