Güneşin doğmasına saatler kalmıştı. Ben ise hala annemin yanında çökük bir şekilde içiyordum.Her şeyden, herkesden nefret ediyordum.
Hayat çok boktan bir şeydi. Acımasız... Tanrım... Neden... Neden gereksiz bir sınama içindesin? Sen bir tanrı değil misin?
Kaybetmenin çöküşünü yeni atlatmış biri olarak tekrar kaybetmekle tehtid ediliyordum.
Gözlerimden durmaksızın akan göz yaşlarını sildim ve ayaklandım.
Anneme son vedalarımı dileyip oradan ayrıldım.
Sarhoşluk tüm bedenime yayılmıştı.
Hani sarhoş olmak olumsuz tüm düşünceleri attıyordu. Siktir...
Hayat tamamen zaman kaybı. Ölmek istiyorum... Tek istediğim acısız ve güzel ölmek. Tek istediğim bu.
Evrenden silinmek istiyorum. Sanki hiç varolmamış gibi, yok olmak istiyorum.
Önümde duran evime uzun bir bakış attım. Ve kapıyı açıp içeri adımlandım. Piç kurusu insan formunda olmalıydı.
"hey, bana su getir!" bağırışım ile yarı çıplak bedeni ile oturma odasının kapısından çıktı. "bu halin ne?" deyip kaşlarını çattı. "halim... Ne var be halimde!" bir oraya bir buraya çarparak ona doğru yürüyordum. "içtin mi sen?" gözlerimi kocaman açtım. "oha! Sen nereden biliyorsun!seni küçük oyuncak... Sizin oralarda hep içiliyordu değil mi... Seni çapkın şey..." işaret parmağımı burun ucuna koydum. Eli belime yerleşmişti. "geç hadi içeriye." emri ile beni belimden tutuğu eli ile çekiştirdi.
Sesi mükemmel ötesiydi. Kalın değil, ince değil, orta hiç değil... Sanki ona özelmiş gibi çok seksi ve güzel sesi vardı.
"sesin çok güzel." ifadesiz suratı ile beni koltuğa oturtu. "insan bir teşekkür eder..." deyip başımı koltuğun koluk kısmına yaslayıp somurtum.
"neredeydin sen? Ya da boş ver önemli olan bu değil. Yarın arkadaşlarını çağır ve işlere başlayın."
Başımı onaylar anlamda salladım. Yüzüme son son bakıp gitti. Ben ise orada derin bir uykuya daldım.
(...)
Sabah(?) uyandığımda üzerimde battaniye örtülüydü. Hiç bir tepki vermeden kalktım. Ona sempati besleyecek değildim ya.
Başım çok fena çatladığı için bir bardak su alamaya mutfağa gittim. Suyumu doldurup, içtikten sonra cebimdeki telefonu çıkarıp yoongileri arayıp buraya gelmelerini söyledim. En hızlı şekilde şu ucubeden kurtulmalıydım.
Kendime yiyecek bir şeyler hazırlayıp, yedikten sonra kapı çalmıştı. Normal adımlarla kapıya yöneldim. Açtığımda önümde sadece yoongi bulunuyordu. "diğerleri nerede?" içeri adımlandı. "jiminin büyükannesi öldü. Seokjinde destek amaçlı onunla gitti." başımı onaylar anlamda salladım. İçeri geçip yoongiye yapacağımız şeyleri anlattım.
(...)
"şimdilik elimizde sadece adres var. Şirketten yıllık izin alırım. Birlikte gideriz." başımı onaylar anlamda salladım." peki ya sonra? " başını bilgisayardan bana çevirdi. "sonrasını orada öğreneceğiz. Görünüşe bakılırsa bin beş yüzlü yılardan kalma bir dükkan. Pekte yenilenmiş gibi gözükmüyor." gözlerimi kısarak ona baktım. "ürkütücü." başını bana katılır şekilde salladı. "aklım almıyor. Sanki fantastik bir filmin içinde gibiyiz. Dünya düz denilse daha gerçekçi gelirdi." kıkırdadı. "Busan'a jiminler geldiğinde gideriz. İki güne gelirler zaten." başımı onaylar anlamda salladım. "bugün seninle kalmak istiyorum." başımı onaylamaz anlamda salladım. "olmaz, ya sana bir şey yaparsa!" omuz silkti. Seni onunla tek bırakmak istemiyorum. Tanrı aşkına kaç gündür gözüme uyku girmedi. Arıyorum açmıyorsun da." mahçup bir şekilde başımı yere eğdim. "özür dilerim..." elimi omzuma yerleştirdi. "özür dileme. Kim bilir neler yaşadın." gözlerim doldu. Bana yaklaşıp sarıldı. "ne zaman bize içini açmayı öğreneceksin acaba?" daha çok sokuldum. "hiç bir zaman." kıkırdayarak "hiç bir zaman mı? Kırıcı." kıkırdadım. Ondan ayrıldım. "gevşeme hemen hadi araştır." gözlerimde düşen iki yaşı bileklerim ile sildim. O da gülümseyip önüne döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cursed Shop ¦ taekook
FanfictionKapısının önünde bulduğu kutuyu içeri alan taehyung'un başı içinden çıkacak olan lanetli oğlanla dertteydi. Başlangıç:08.04.2024