"kaderimiz bağlanıyor, ruhlarımız bir oluyor ve sen bana alışıyorsun."sensin benim tek atlasım.
yolumu kaybettiğimde aradığım, korktuğumda sarıldığım ve yalnızlığımda yanımda hissettiğim.
gözlerin beni mutlu ediyor.
gülümsediğinde kısılan, bana her daim ışıldayarak bakan gözlerin.
yalvarırım, bakışlarını benden hiç ayırma.
"sonunda onu ikna edebildin mi?"heeseung'ın arkasında tıpkı bir yavru köpek gibi elini tutarken bakışlarım yerdeydi. aslında onlarla muhatap olmak istemiyordum, garip bir şekilde onlardan korkuyordum.
"ikna etmek zorunda kaldım."
"o ne demek?"
"biliyor, biliyorlar jungwon." jungwon diye seslendiği çocuk kaşlarını çattı. "nasıl?" derin bir nefes aldı ve elimi daha sıkı bir şekilde tutmaya başladı. "evini dağıtmışlar," beni gösterdi. "her yer kanla kaplıydı, eşyaları dağıtılmıştı ve duvarda bir şeyler yazıyordu." jungwon ağzından bir şeyler geveledi fakat anlayamamıştım. "ne yazıyordu duvarda?" bana baktı, bakışları derindi. bense kafamı eğerek göz teması kurmaktan kaçındım. "vampir alfabesi, sonra konuşuruz."
sonra konuşuruz.
sonra konuşuruz.
o duvarda lanet yazdığını söylemişti bana. yalan mıydı yoksa eksik miydi? içimi bir şüphe kaplarken burada olmak hiç de hoş hissettirmiyordu. "sen yoruldun, dinlen biraz." heeseung arkasını dönüp beni süzdü. bedenimin hâlâ titriyor oluşu bir gerçekti. beni çekiştirdiğinde direnmedim. ansızın mutfaktan çıkan kişiyle çığlık atacakken son dakika engel olabilmiştim kendime. heeseung'ın arkadaşlarından biriydi. kapıyı açıp beni içeri soktuğu oda geçen gün uyandığım odaydı. hiçbir şey değişmemişti, sadece biraz daha toplu ve daha az korkutucuydu. bu defa gerçekten bir insan kalıyormuş gibi bir izlenimi vardı. yutkundum yatağa otururken. heeseung karşımda dikilip kollarını göğsünde birleştirdi. "sorun ne?"