Bora eline bulaşan kanın verdiği acıya dayanmak için dişlerini sıkıyordu. Mert'in saniyeler içerisinde sıvı bir forma dönüşmüş olduğunu henüz tam olarak algılayamamıştı. Kendi acısının derdinden ne yapacağını şaşırmıştı. Gözlerini sımsıkı kapatarak dayanmaya çalıştı. Parmaklarının üzerindeki rengarenk kan, sanki içine işliyordu ve kalbini sıkıştırıyordu. Ondan kurtulmak için ellerini yere sürdüğünde, az da olsa rahatladı ama tamamen kurtulamadı. Bir şey olmalıydı! Ondan kurtulmanın bir çaresi olmalıydı!
🎵 Tankurt Manas - Mola 🎵
Gözlerini açıp çevresine baktığında, en yakın yaratıktan yüzlerce metre uzakta olduğunu fark etti. Sanki ondan olabildiğince uzakta kalmaya çalışıyorlardı. Eskisinden çok daha kararlı bir şekilde kaçıyorlardı üstelik. Bora dikkatle baktı ve bir şeylerin değiştiğini düşünmeye başladı. Yaratıkların hareketlerinden ne kadar korktukları anlaşılabiliyordu ama buna sebep olacak ne yaptığını bilmiyordu. Yeni bir güç mü geliştirmişti? Yoksa Mert'i öldüresiye dövdüğü için mi korkuyorlardı ondan? Hayır, hayır ondan değil, önündeki gökkuşağı kanından kaçıyorlardı. Sebebini henüz anlayamıyordu ama bunun böyle olduğuna emindi.
Sîma, Filiz, Eymen ve son evden kurtardıkları büyük çocuk da dehşet içinde Bora'ya ve onun hemen önündeki rengarenk kan gölüne bakıyorlardı. Onların birkaç metre ilerisinde ise İdil vardı. Kanatları yok olmuştu ama artık onu rahatsız eden gökkuşağı alevler de yoktu. Su moleküllerinden oluşan uzun saçları etrafa saçılırken hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Bakışları Bora'nın üzerindeydi. Onun ihtiyaç duyduğu şeyin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Yanına geldiğinde saçlarını onun ellerine sürdü ve genç adamın acı çekmesine neden olan o garip kanları yıkadı.
"Ben..." diyebildi Bora sadece. Gözlerini bile kırpmadan yerdeki gölcüğe bakıyordu. Mert'ten geriye hiçbir şey kalmamıştı. Bütün bedeni eriyip yok olmuştu. Şimdi de kardeşi kendisine yardım ediyordu. Olanları görmemiş olması imkansızdı. Peki neden hiçbir şey yapmamıştı? Ona bağırmamıştı ya da onun Mert'e yaptığı gibi öfkeyle saldırmamıştı. Ama neden?
İdil saçlarını geri atarken, çok uzaklarda birinin kendilerini izlediğini fark etti. Detaylı göremiyordu ama orada biri olduğuna emindi. Kapkara bir bedeni vardı ve sanırım elinde de bir şey tutuyordu. Onu daha net görebilmek için gözlerini kıstı, saçlarından bir tutamı yüzünün önüne getirdi ve gözlerini su damlalarının kaplamasını sağladı. Artık daha net görebiliyordu. Yüzlerce metre uzakta bulunan bir minarenin tepesinde bir çocuk duruyordu. Bedeni kopkoyu gri renge dönmüş bir çocuktu bu ve omzunda yaya benzeyen bir şey asılıydı. Gökkuşağı oklarını atan yay... Az önce yaşadığı her şeyi yapan o olmalıydı.
İdil işaret parmağı ile çocuğun olduğu tarafı işaret edince, Bora da istemsizce o tarafa döndü. İlk başta cami minaresinden başka bir şey göremedi ama ardından orada bir hareket olduğunu fark etti. Her iki elinin işaret parmağı ile kulaklıklarına bastırınca görüntü yaklaştı ve Bora'nın ağzı şaşkınlıktan açık kaldı. Eren'di o! Minarenin tepesinden onları izliyordu ve sırtında taşıdığı okları fırlatmayı planlıyordu.
"Bize saldırmadı." dedi İdil, Bora'yı omzundan tutarak. "O oklarla yaratıklara saldırdı."
Bora dönüp ona baktı ve Mert'e dair bir şey sormamasına şaşırarak birkaç saniye bekledi. "Üzgünüm." dedi bakışlarını yerdeki rengarenk kan gölüne çevirerek.
"Ben değilim." diye karşılık verdi İdil. "Yeni dünya düzeninde, sadece en güçlülerimiz ayakta kalacak. Ne sizin ufaklıklar için ne de üvey kardeşim için üzgün değilim."
Aklına Yiğit ve diğer küçük çocuk gelen Bora, hızla arkasını döndü ve yaratıkları incelemeye başladı. O kadar kalabalıklardı ki, onların arasına çekilen o iki çocuğun nerede olduğunu görmelerine imkan bile yoktu. Gitmişlerdi! Onları asla bulamayacakları bir yere sürüklenmişlerdi!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
- 18
FantasyAniden değişti her şey! Dünya büyükler için durdu ve çocukların kendi başlarının çaresine bakmaları gerekti! Tehlike ise içlerindeydi! Korkularında! Korktukları ne varsa... Başlarına gelecekti!