Bölüm 13: Ormanın Hanedanı

5.5K 489 1K
                                    


BÖLÜM 13

▪──── ⚔ ────▪

ORMANIN HANEDANI

İsyancı kafilesinin gelişini duymadan önce kılıçlarımızı kuşandık. Yağmurun boğuk gümbürtüsünde yaklaştıklarını anlamak zor olacaktı.

''Kaç kişiler?'' diye sordum aceleyle kılıcımı elime alırken. Kılıcın soğuk kabzası, eski bir dostun geri dönüşü gibi hissettirdi.

''Tam olarak emin değilim,'' diye yanıtladı Meldrik ve yalnızca kafasının sağ tarafında duran siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. ''Ama en az on kişi.''

''Belki de yalnızca tesadüftür,'' dedi Kairon. Bıçağını çekmiş, Çizme'nin önünde dimdik duruyordu. ''Belki de sadece önümüzden geçip gideceklerdir.''

Zaiden başını iki yana salladı. ''Böyle bir fırtınada sığınmaları gerekirdi. En az on kişilik bir ekiple dolaşmaları tesadüf değil. Ya takip edildik ya da başka bir şeyin peşindeler.''

Yutkunup başımı dikleştirdim. ''Takip edildiğimizi düşünüyorum. Küçük bir kavgaya hazır olsanız iyi olur.'' Kuşların bile uçmadığı bu havada bu kadar kalabalık bir ekiple gezmeleri tesadüf olamazdı.

''Tek isteğim uzun, dinlendirici bir uykuydu,'' diye homurdandı Kairon.

Zaiden burnundan alaylı bir nefes verdi. ''Öldüğünde uyursun.''

''Merak etme,'' diye teselli ettim gezgin yol arkadaşımızı. ''Uzun sürmeyecek. İsyancılarla ilk karşı karşıya gelişimiz değil. Kendilerini övmekte iyi olsalar da birebir dövüşte söyledikleri kadar iyi değiller.'' En azından öyle olmalarını umuyordum. Amacım düşmanlarımı hafife almak değil, ekibimin endişelenmesini engellemekti.

İsyancı kafilesinden birinin bağırdığını işittiğimde kılıcıma iki elimle sarıldım. Mağaranın girişine yaklaşmış olmalılardı. Hatta varmış bile olabilirlerdi. Yağmurun uğultulu şarkısının ardındaki konuşmaları duyabilmek için kulak kesildim. Birbirleri arasında sürdürdükleri sohbet giderek yükseldi. Eğrelti otları, yeşil bir perde gibi titreşti. Bir el otları araladığında fırtınanın ve yağmur daha da şiddetlendi. İsyancılar ellerinde sönmüş meşalelerle geziyorlardı. Uzun zamandır yolda oldukları barizdi.

Nabzım kulaklarımda atarken gözümü mağaranın kapısından ayırmadım. Ekibimin dövüşmek istemediğin, fark edilmeyerek bu belayı defetmek istediklerini biliyordum. Ama içimdeki bir his onlarla biraz kılıç tokuşturmak istiyordu. Bizi bulmalarını istiyordu. Kılıcımı düşmanlarımın kırılan kemiklerinde bilemek ve bedenime sıçrayan kanlarıyla az da olsa ısınmayı arzuluyordum. Öldürülmeden öldürmek hazzını elde etmeyi düşlüyordum. Bir insan, başka hangi zaferde yaşadığını bu kadar hissedebilirdi ki? Soluduğu hava başka ne zaman bu kadar sıcak, içtiği su taze gelirdi? Bu tutku benliğimin en derinlerine gömdüğüm ve açılmaması için her gün savaş verdiğim bir lanetken olduğum kişinin her zerresini oluşturuyordu. Ekibimi tehlikeye atacağımın farkında olmayan bu sesi azarlayarak bastırmaya çalıştım.

Mağara girişinin ötesinde, korkunç adamların kol gezdiği bir romandan fırlamışcasına, altın gözlü bir adam belirdi. O eğrelti otlarının ardında birkaç gölge daha gözüktü. Ay ışığında ıslak pelerinlerine sarınmış, silahlarını kuşanmış uzun boylu birkaç adamın suratlarını zar zor seçebilirdim. Adamlar bizi bulduklarına memnun göründüklerini anlayabileceğim kadar yaklaştıklarında ifadelerine kendimden emin bir gülümsemeyle yanıt verdim. Liderleri olduğunu düşündüğüm altın gözlü adam tereddüt bile etmeden mağaraya girdi. Adamlarından biri onun sağına, diğeriyse soluna geçti. Silahları, diğer isyancıların kullandıklarına benzerdi. Tuhaf şekilli, aşınmış silahlar... Denizin korsanları, karanın isyancıları, diye düşündüm kendi kendime. Al birini vur ötekinei.

İmparatorluğun Kılıcı (Wisteria 3)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin