"Ağlıyor musun sen?" dakikalar süren sessizliğin ardından Alaz'ın aniden kurduğu cümle irkilmeme sebep oldu. O söyleyene kadar gözümden yaşların aktığını fark etmemiş, dışarıdaki ağaçları izleyip sakin kalmaya çalışmıştım. "Fark etmemişim kusura bakmayın." konuşmanın uzamasını istemiyordum. Kafam allak bullaktı.
"Bak Balım, şimdiden söylüyorum, böyle olaylar çok olacak. İlk günden bünyen kaldırmıyorsa çekeyim sağa in arabadan. Kendini de o insanları da uçuruma sürükleme." imalı cümlesiyle kaşlarımı çatıp yüzüne sorgular bi ifadeyle baktım. Tepkimi görünce devam etti, "insanları, özellikle bir çocuğu toparlayabilmen için önce kendini toparlaman gerekiyor. Psikolog olan sensin, ben mi öğreteceğim?"
kurduğu cümleyle aldığım her nefes ciğerime batmaya başlamışken daha fazla sakin kalamadım. "durdur arabayı!" diye bağırıp kemerimi çıkarttım. Nefes alamıyordum, panik atak geçiriyor olmalıydım. Arabanın durmasıyla hızla bir ağaç kenarına gittim ve istemsizce kusmaya başladım. göz yaşlarım birer birer yanağımdan süzülürken kendimi sıkmayı bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Haklıydı, rahatlayamazsam toparlanamazdım, toparlanamazsam dağılan insanları toplayamazdım. Kendime gelmem lazımdı. Ben bu değildim, güçsüz halimi kendime bile gösteremezken bi yabancıya göstermemeliydim.
Duyduğum ayak sesleriyle arkamı döndüm ve elinde su şişesiyle beni izleyen Alaz'la göz göze geldik. Bu halimi görmemesi gerekiyordu. Beni böyle tanımaması gerekiyordu. "Ne olduğunu anlatacak mısın artık?" kaşlarını çatarak sorduğu soruya titremesine engel olmaya çalıştığım sesimle "Ne mi oluyor? Yıllardır ağırlığını kaldıramam, bu yükü ikinci kez sırtlanamam, bir kere daha düşersem ayaklanamam diye kaçtığım gerçeklerim başka bir boyutta başka bir bedende tokat gibi yüzüme çarpıyor sayın savcım. Olan bu." diye cevap verdim ve başımı dik tutmaya çalışarak akan göz yaşlarımı hızlıca silerek onu beklemeden arabaya bindim. İçimden 10'a kadar sayıp sakinleşmeyi bekledim. O sırada Alaz koltuğuna oturdu ve beni izlemeye başladı.
"Sorgulama, iyiyim. Ayrıca insanları toparlamak için bazen dağılmaya da ihtiyaç vardır Alaz bey. Dik duran bina yıkık binayı anlayamaz ama yıkık bina dik binayı anlayabilir. Doğuştan yıkık değildi sonuçta, değil mi?" kurduğum cümleye başını sallamakla yetindi, beni bir süre inceledikten sonra yola devam etti. Arada bana bakıyor, bir şey diyecek gibi oluyor ama demiyordu. Neden böyle bir tepki verdiğimi merak ediyor olmalıydı.
Açıkçası bende merak ediyordum. Duygularımı kontrol edebilen bir insandım. Çocukluğumda öğrenmiştim, öğrenmek zorunda kalmıştım... Bunu kendimde küçükken edindiğim yaraların kabuğu olarak görürdüm, o kabuk sayesinde insanlar derinime, sınırıma giremezdi ve beni incitemezdi sanki. Ama Alaz girmişti. Yıllardır benim bile aşamadığım kabuğumu bir yabancı aşmıştı. En hassas tarafımı görmüştü, bunu daha ben bile başaramamışken, başarmaya cesaret edememişken...
"varmamıza yarım saat kaldı, biraz daha iyi misin?" daldığım düşüncelerime Alaz'ın tok sesi son verdi. Alayla, "bu kadar düşünceli olmanız gözlerimi yaşartacak şimdi Alaz bey, iyiyim." dedim. Yüzünü buruşturup "lütfen yaşarmasın. Bir kusma vakası daha kaldıramam" diye cevap verdi. Kolay kolay gülen biri değildim ama surat ifadesi ve tepkisi hem hoşuma hem komiğime gitmişti.
"Sen gülmek nedir biliyor muydun?"
"Senin aksine, evet." diyerek yüzüne karşı sahte bir sırıtmayla baktım. Kafamı dağıtmaya çalışıyor olmalıydı, belli ediyordu. "Gerçi otobüste gülmekten fazlasını yapmıştın doğru, unutmuşum. Hala kulağım çınlıyor." diyerek bir kez daha yüzünü buruşturdu. Aslında bir tepki vermeyi düşünmüyordum ama düşmemek için çabaladığı an gelince biraz öncekinden daha içten ve sesli bir gülümsemeyle yüzüne baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Yara
ChickLit"Yıldızlara dokunabiliyor musun?" "Dokunamıyorum, Balım." "Peki neden dokunamıyorsun, hiç merak ettin mi?" "Neden?" "Işıkları sayesinde, ışıkları onları koruyor." ✧ Balım sabah uyandığında ilk iş gününe gideceğ...