Bölüm, 3

91 12 6
                                    

Alaz'a adresi söyledim ve başını sallayarak arabayı sürmeye başladı. Kırmızı ışıkta durduk, aynadan bize bakarak "Bu güzel hanımefendi'nin adı ne acaba?" diyerek göz kırptı ve gülmsedi. "Çok ısrar ettim ama söylemedi bir türlü, belki sana söyler." dediğimde çocuk kafasını kaldırdı, biraz bekledi, başını eğip "Bilmiyorum, annem bana sürekli farklı isimlerle sesleniyor" dedi. Alazla birbirimize baktık sorgularcasına. Bu ne demek oluyordu? "Hangi isimlerle sesleniyor?" dedim kendimi tutamayarak. Sesimi olabildiğince yumuşak tutmaya çalışmıştım. Kafasını kalsırmadan kısık sesiyle konuşmaya başladı. "Şıllık diyor, pislik diyor, böcek diyor... Çok sinirlendiğinde orospu diyor. Hangisi gerçek adım bilmiyorum. Hiç bir zaman da bilemeyeceğim değil mi? O artık öldü. Cennete mi gitti?"

Kalbimin ritminin değiştiğini hissettim... Titremeye başlayan ellerimi yumruk yapıp içimden 10'a kadar saydım. Sakin kalamıyordum. Geçmişim yüzüme tokat gibi çarpmıştı sanki. Bir çocuk bu ithamları hak edecek ne yapmıştı, ne yapmış olabilirdi? Bunları söyleyen kişi kimdi? anne miydi? Hadi ama, anne ne demekti? ne yalan söyleyeyim bende bilmiyordum. Ama bu olmadığı kesindi. Bu insanlık bile değildi.

"Bak güzel kızım, bunların hiç biri senin ismin değil. Olamazda. Senin gibi bir prensese bu isimler yakışmaz." Zorlukla kurduğum cümleye yoğun bakışlarla baktı. Anlamaya çalışıyor olmalıydı. "Peki senin adın ne?" dedi yüzüme bakmaya devam ederken. "Balım. Güzel mi?" diyerek gülümsedim. Güzel suratıyla o da gülümsedi. "Çok güzel, sende çok güzelsin." dedi ve kocaman sarıldı. Alaz aynadan arada sırada bize bakıyor, yüzünü gizlemeye çalışıyordu. Gözleri kırmızılaşmıştı. Ağlamamak için kendini zorlamış olmalıydı. Bir süre kimse konuşmadı. Arabanın içini sessizlik kaplamıştı.

Göz ucuyla kız çocuğuna baktım, gözleri kapanıyordu ama uyumamak için direniyordu. "Ne oldu fıstık, uykun mu geldi?" Alaz'ın sorusuyla irkilen çocuk "Hayır gelmedi, özür dilerim..." diyerek gözlerini ovuşturdu. Elindeki kan izleri hala duruyordu. Ama neden böyle bir tepki vermişti? Alaz da sorgulamış olacak ki kaşlarını çattı. Araya girerek, "Neden özür diliyorsun?" diye sordum. Sorarken sesim titredi. Daha fazlasını duymayı kaldıramazdım, ağır gelirdi. Peki bu çocuk yaşamayı nasıl kaldırmıştı? Çocuk olmak nasıl bir mucizeydi? Pisliklerin içinde aldığı nefesi bile nasıl temiz tutabiliyorlardı? Ben nasıl tutabilmiştim, ya da tutabilmiş miydim?

"Uyuduğum zamanlar babam bana bağırıyor, saçımı çekerek uyandırıyor. Ya Alaz abi de bağırırsa?"
"Baban kötü biri olmayı seçtiği için öyle yapıyormuş. Ama artık yapamaz, bir daha yanına gelemez. Hem biz seninle ne konuşmuştuk? İyi insanlar çocuklara zarar vermez. Alaz abin iyi bir insan."

Bir süre sessiz kaldık. Çocuğun gözleri gelip gidiyordu. "Alaz, ne kadar kaldı?" diye sordum. "Trafik çok yoğun. Bir, olmadı bir buçuk saate ulaşırız" dedi. Küçük kız bizi dinledikten sonra gözlerini ovuşturarak "Balım, nereye gideceğiz?" diyerek meraklı bakışlarla yüzüme baktı. "Benim evime gidiyoruz tatlım." dediğimde başını sallayarak hiç tahmin etmeyeceğim bir şey yaptı... Minik bedeniyle dizlerime yattı. Artık bana tamamen güveniyordu, ona zarar vermeyeceğime inanıyordu. İçim titremiş gibi oldu.

Gözyaşlarıma hakim olamadım, sessizce ağlamaya başladım. Efe de her korktuğunda, güvende olduğunu hissetmek istediğinde ve uyuyamadığında dizlerime yatardı. Ona, eski yan komşumuz kızına söylerken ezberlediğim ninniyi söylerdim. Hemencecik uyurdu. Bu görüntü duygulanmama sebep oldu. Benim dizine yatacağım kimsem yoktu, en azından kurtardığım bu çocuğun artık vardı.

Ninniyi söylemeye başladım;

Uykudan uyanmış,
Gülermiş bakarmış,
Annesi onu çok, öpermiş severmiş.
Okula gidermiş, yazarmış çizermiş.
Babası onu çok, öpermiş severmiş.
Annesi onu çok,
Babası onu çok,
Herkesler onu çok, severmiş, severmiş.
Annesinin yavrusu,
Kuzusu, pamuğu,
Annesi ninni söyler,
Cankuşu dinlermiş...

Tatlı Yara Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin