Duyduğum cümleden sonra odanın içini derin bir sessizlik kapladı. Işık'ın derin nefesleri, Alaz'ın parmaklarıyla oynama sesi ve benim iç çekişlerimden başka bir ses yoktu. Üzülüyordum, ne için olduğunu bilmeden hemde...
Ne için üzülüyordum? Işık için mi? sanırım öyle. Zaten onda ne görüyorsam, ne duyuyorsam küçüklüğümden de bir parça önüme geliyordu.
Annesinin nefretiyle büyümüş bir kız çocuğunun kabuk tutmuş yaralarıydı onun kalbindeki şey. Kendini asla sevmeyecekti. İnsan doğduğu andan itibaren her şeyi annesinden öğrenir. Işık ve Işık gibi çocukların gördüğü tek şey nefrettir. Doğurmak için doğuran annelerin pişmanlıklarını o masum çocuklarından çıkarması sonucu oluşur bu nefret. Kendimden biliyordum...
Annesizliğin ne demek olduğunu biliyordum, Işık'ın çektiği hasret ve acıyı biliyordum, çok yakından tanıyordum.
Asıl can yakan bu değildi, asıl can yakan hasretini çektiğin şeyin ne olduğunu bilmemekti.
Anne hasreti neydi?Sanırım anne olmanın ne demek olduğunu öğrenene kadar bu sorunun cevabını öğrenemeyecektim.
"Balım," Alaz'ın sesiyle daldığım düşüncelerimden irkilerek çıktım. Yataktan kalkmış yatağın başucunda dikiliyordu.
Ayaklanarak yanına gittim.
"Efendim? Gidiyor musun?" soruma cevap vermeden odadan çıktı, peşinden gittim.
"Alaz ne oluyor söyler misin artık?" gerilmeye başlamıştım ve bu sesime de yansımıştı. Alaz salona geçti, ışığı açarak gelmemi bekledi.
"Bir kaç saat önce gördüğü her şeyi söyledi, bunları şirkette de anlatması lazım. İfadesi gerekiyor." diyerek koltuğa oturdu. Hemen böyle bir şeyin olması imkansızdı. Zaman gerekiyordu..
"Alaz, ne dediğinin farkında mısın? Sadece bir kaç saat önce annesiyle babasının kanlı cesetlerinin yanından aldık bu çocuğu. Hemen konusunu açamayız."
"Biz açamasak bile o açabilir Balım. O çocuğu konuşturmamız gerekiyor." diyerek kirli sakallarını sıvazladı. Çok umursamazca davranıyordu ve bu çok canımı sıkmaya başlamıştı.
"Alaz, çocuğun üstüne gidemeyiz, tamam travmasını tetiklemeden ağzından laf almaya çalışırım ama hemen söylemez. Dile getirirken bile korktuğu bir şeyi tekrar kafasında canlandıracak. Çok büyük bir şey bu." dedim ve salonun açık kalmış kapısını kapattım. Işık sesimizden uyanabilirdi.
Alaz oturduğu koltuktan dikilerek yanıma geldi. "Ben şimdi şirkete geçeceğim, adamlar saatlerdir benim gelmemi bekliyor. Yarın öğleden sonra şirkette olun. Konuşmasa bile gözümüzün önünde olması lazım, sonra gerekeni yaparız." dedi ve kapıya yöneldi. Ardından birden durarak arkasını döndü.
"Kendini bu evcilik oyununa fazla alıştırma Balım. O çocuk sadece konuşması gereken, konuşturman gereken bir hasta. Ve sende psikoloğusun. Annesi gibi davranıp devrelerini bozma çocuğun." diyerek yoluna devam etti.
Haklıydı, kendimi Işık'a fazla kaptırmıştım. Ama haksız olduğu bir yer vardı. Ona annesi gibi davranmıyordum. İstesem de davranamazdım. Anne ne demek, nasıl olunur bilmiyordum. Benim gösterdiğim şey sadece şevkat'di.
Dış kapının kapanma sesiyle kendime geldim. Yatak odasına gittim ve Işık'ı uyandırmadan yavaşça yanına oturdum. Alnına bir öpücük kondurup saatlerdir bakmadığım telefonumu elime aldım.
Ezgi bir sürü mesaj atmıştı, bir çok kez aramıştı. Merak etmiş olmalıydı.
Mesajlara girdim, Ezgi'nin yazdıklarını okumadan direkt olanları anlatan kısa bir özet geçtim ve telefonu komodine bıraktım. Işık yatakta kıpırdanmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatlı Yara
Chick-Lit"Yıldızlara dokunabiliyor musun?" "Dokunamıyorum, Balım." "Peki neden dokunamıyorsun, hiç merak ettin mi?" "Neden?" "Işıkları sayesinde, ışıkları onları koruyor." ✧ Balım sabah uyandığında ilk iş gününe gideceğ...