Sessizler boşluğu. Ölüm ve varoluşun köprüsü. Sadece gerçek saflığın ta kendisi burada yaşam bulabilir. Gazabın ve karanlığın, güzelliğin ve gerçekliğin senfonisi. Sessizler boşluğu, hükümdarların mezarı. İçine alındığında, kaybetmek bile bir lütuf olur sana. Önce ruhuna işkence çektirir sonra ise tüm bedenine. Karalığın yarattığı bu boşluk sessizliğin çığlığı gibiydi. Onca canı ve en büyük savaşçıları, yenilmez hükümdarları yok eden... Onlar kurtulamazken ben buradan nasıl çıkabilirdim?
Tüm bedenime dolan korku beni ele geçirmesin diye kendime mukayyet olmaya çalışıyordum. Yoksa aklımı yitirmem an meselesiydi. Öyle ki korkudan gözlerim bile dolmuyordu. O kadar korkuyordum ki cesur olamamaktan... Tek umudum kendimdim.
Soğuk bedenimin titremesine engel olarak etrafıma bakındım. Kapkaranlıktı. Boşluk gibiydi. Duyduğum tek şey ise kalbimin atışlarıydı.
Yavaşça bir adım attığım sırada karanlık alan aydınlandı. Simsiyah etrafta beliren zümrüt taşları karanlığı bölmüştü. Kristal gibi pas parlak taşlar, bir yol oluşturuyordu. Tüm alan zümrüt yeşili kristallerle kaplıydı. Yol ise dümdüz ve pürüzsüzdü. Büyük keskin kristaller gidilmesi gereken yönü gösterircesine bir tarafa dönüktü.
Kesinlikle emin olamayan bir adım attım. Hiçbir şey değişmemişti. İlerlemem gerekiyordu ama bir adım daha atamıyordum. Çabalamaktan çok yorulmuştum. Buradan çıkmak için de çabalamak istemiyordum. Daha fazlasını kaldırabileceğimi de zannetmiyordum.
"Sonsuza dek sessizler boşluğunda kalacaksın. Ölmeyeceksin ama ölmek için yalvaracaksın. Azabın en beterini çekeceksin Loras. Kalbini söküp atana kadar... Ancak kalpsiz olursan belki bir şansın olabilir. Bir kalpsiz olman için kendi ölümünü defalarca seyretmek zorunda kalacaksın çünkü seni binlerce kez yok edecek."
Siyahlar içerisindeki adamın bana son sözleri bu oldu. Sonra ise her şey karanlıktı.
Tekrar temkinli bir adım attım. Yapmak zorundaydım. Buradan çıkmak, gökyüzüne kavuşmak zorundaydım. Ama neden? Artık ne anlamı vardı? Buradan kurtulunca ,ki enler kurtulamamışken ben kurtulacakmışım, ne olacaktı? O berbat hayat değişecek miydi? Ortinler, tüm krallığı yok ettikten sonra benim yaşamamın ne anlamı kalacaktı? Daha Edna'nın bile hayatta olup olmadığını bilmezken... Bir aptal gibi Varl'ı, ağabeyimi takip etmek yerine bana ihanet eden ve sanki sorularıma cevap, yanıma düzgün bir yoldaş olacakmış gibi onun peşinden gitmiştim. Her zaman yanlış yapıyordum. Tamamen yanlış olan birisiyken neden buradan kurtulmanın bir önemi olsun ki?
Bunlar dışında aklımdan asla çıkmayan o soru ise Evan beni o durumda kurtarabilecek olsaydı, yani sessizler boşluğunda olmasaydım yardım eder miydi? Beni yangında bırakan o çocuk, beni bu azaptan kurtarmazdı ama bu adam kurtarır mıydı?
Düşüncelerimin arasında kaybolmuşken kaybolduğum tek yerin kafamın içi olmadığını da fark ettim.
Simsiyah alanı aydınlatan tek şey zümrüt yeşili kristallerken şimdi bir yol ayrımındaydım ve iki yolun sonu da, başı da karanlıktı. Kristaller burada bitiyor muydu?
Zaten yeterince sinirlerim bozulmuştu bir de karanlıkta yürümek istemiyordum. Burada olmak isteyen de yoktu da!
Aynı yöne dönük zümrütlerin keskin tarafları ise artık yukarıya bakıyordu. Yukarıya mı çıkmalıyım yani? Bir şey de olduğu gibi kalsa olmaz mıydı gerçekten?
Daha fazla düşünüp sinirlenmek istemediğim için sol taraftaki yola doğru adımımı attım. Adım attığım gibi aydınlanan yol tekrar yemyeşil taşlarla dolmuştu. Buna içten içe sevinirken diğer yola doğru gidip birkaç adım ilerledim. Aynı şey olup olmayacağını görmek istemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırtına Öncesi Sessizlik
FantasiaBÖLÜMLER DÜZENLENİYOR Bir fırtınanın ortasındaydım, karşımda ise yine o tanıdık yüz. O yalancı, bir o kadar bilindik ancak yabancı yüz. Bu, dinmek bilmeyen fırtınanın içerisinde, ben her yer yıkılır bir daha onarılmaz sanarken o sahte yüzün sahibi b...