*
Lina yirmi beş yaşındaydı. Bu dünyada Siena olarak geçirdiği dört buçuk seneyi sayacak olursa yirmi dokuz yıl ediyordu. Otuzuna dayandığını söyleyebilirdi. Ve bunca senelik hayatında sıkıntılar olmadan tek bir gün bile geçirmemişti. İlk doğduğu evin temelleri çürüktü. Ebeveynleri kendi hatalarını bile fark edemeyen insanlardı. Her adımı için, her mutlu anı için ayrı ayrı suçlandı. Hor görüldü, önemsenmedi, değersizleştirildi. Nihayetinde onlardan ayrı düştü. Hayır, bu ayrılık kitap dünyasının içine düştüğü anda başlamamıştı. Çok önce kopan, belki de en baştan hiç oluşmamış bir bağdı.
Yine de kalbi arada bir ona eski günleri hatırlatıyordu. Onları bir daha hiç göremeyecek olmanın getirdiği nahoş hislerdi. Anne ve babasından çok uzaktaydı. Her saniye bu içine girdiği dünyanın bir parçası haline geliyordu. Her saniye eski hayatının anıları siliniyor, her silinen anıda daha çok 'Siena' oluyordu. Belki de yeni hayatını kabullenmesindeki en büyük rol buydu. Unutmak. Daha doğrusu, unutmaya razı olmak.
Düşes Prathina onun annesiydi. Prens Larus onun kardeşiydi. Lidya, Seravus ve hatta Aspenya bile onun kalbinde kıymetli bir yere sahipti. En başından beri onlara kitabın yan karakterleri gözüyle bakmamıştı. Onları gerçek ailesi olarak kabul ediyordu. Hatta gerçek ailesinden bile çok... Bu dünyanın yabancısı olmasına rağmen daha önce sahip olamadığı o huzuru, aidiyet duygusunu onların yanında hissediyordu. Bu yüzden olsa gerek onlarla geçirdiği her saniye ruhuna işliyordu.
Tüm anıları neşeli şeyler üzerineydi. Beraber geçirdikleri tüm vakitler sevgi doluydu. Özellikle kardeşinin büyümesi tamamen kaostu. Büyüdükçe çıkardığı sorunların büyüklüğü de artmıştı. Mesela ek gıda döneminde mutfaktan çaldığı bir havucun parçalarını burnuna soktuğu zaman annesinin nasıl endişelendiğini hatırladı. Bir an havuç parçaları burnundan hiç çıkmayacak sanmışlardı. Ya da cam şişenin ufak mantar tıpasını yuttuğu zaman... Hayır, en beteri Lina ders çalışırken alıp kaçırdığı mürekkebi kafasından aşağı boca etmesiydi. Lidya, Aspenya ve Düşes Prathina o mürekkebi arındırmak için helak olmuşlardı. Kaç litre su harcandığını hatırladığında hâlâ Larus'a bakarak 'Yaramaz çocuk!' diye mırıldanıyorlardı.
Tabii tüm anıları haylazlık üstüne değildi. Avluda piknik yaptıkları o muhteşem bahar ayının rüzgarını hâlâ teninde hissediyordu. Kardeşiyle beraber saklambaç oynarken çimlerin üstünde uyuyakaldıkları anlar, gece birbirlerinin odasına gidip masal uydurdukları zamanlar, türlü türlü kural koyup oynadıkları oyunlar... Tüm anıları huzur veriyordu. Beraber yaptıkları yaramazlıklar da bir o kadar eğlenceliydi. Koştururken devirip sap kısmını kırdıkları antika vazo, gecenin bir vakti uyanıp mutfağı talan ettikten sonra yaptıkları korkunç yemek ve Lidya ile Aspenya'ya yaptıkları şakalar boylarını çoktan aşmıştı. Lina onunla beraber yaşayamadığı çocukluğunu yaşadığını hissediyordu. Eski hayatının berbat anıları yavaşça siliniyor ve yerini yeni hayatındaki ailesi dolduruyordu. Onlarla geçirdiği her gün gelecekten umudu kesmemesini sağlıyordu. Yaralarına sürülen rahatlatıcı bir merhem, ateşinin üstüne konan buz gibi içine ferahlık veriyordu.
Adapte olduğu tek şey ailesi değildi, bir şey daha vardı. Sürekli hissettiği, üstesinden gelmeye çalıştığı, onu boğan bir şey...
Bu şey, içinde dolaşan karanlık enerjiden başka bir şey değildi.
Büyüdükçe bu karanlık enerjiyi yavaş yavaş hissetmeye başlamıştı ve bundan ölesiye korkmuştu. İçinde dolaşan güç sandığından daha korkutucuydu. Damarlarını yakarcasına vücudunda geziniyordu. Bu öyle naif bir his değildi. Sert ve kontrolsüzdü. Sanki her an bir felaket gibi etrafa yayılabilirmiş gibiydi. İnsanların karanlık enerjiden neden bu kadar çok korktuğunu anlayabiliyordu. Bu yeteneğin gerçekten de tehlikeli olduğunu iliklerine kadar hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Katil Karakterin Yolu
Fantasy+21 cinsellik ve şiddet içeren sahneler bulunmaktadır. Bu hikaye Dark Romance kategorisindedir ve küçük yaştaki arkadaşlar için uygun değildir. Lütfen dikkate alınız. ✩。:*•.───── ❁ ❁ ─────.•*:。✩ Senin için her gün saçlarımı saldım. Dudaklarımdak...