Kollarımı çarprazlarken yerimde hafif kayıp bacaklarımı uzatarak şapkayı olabildiğince yüzüme indirip ikinci yarıyı bekledim. 15 dakikalık devre arasının bitimiyle oyuncular yerlerini almış, fotoğraf çekmek isteyenler de düdük sesini duymalarıyla teşekkürlerini sunup yanımızdan ayrılmışlardı. Onca dil dökmelerle benimle de fotoğraf çekmek istediklerini belirttiklerinde her geleni kurşun geçirmez tavrımla net bir şekilde reddetmiştim.
Normalde elimden geldiğince kimseyi geri çevirmezdim fakat bugün batabileceğim en dibe batmışken bir de arsız gibi fotoğraf çekecek vaziyette değildim. İlk yarının bitimiyle eve gitmeyi arzu ettiğimde Elif'in dediği gibi kendime hakim olamayarak yapacağım tek şeyin hakkımızda yazılanları okumak olacağı için burada öylece durarak maçın sonlanmasını beklemeye karar verdim. Ayrıca telefonumu da açarsam Ece'nin azarlarına maruz kalacaktım ve şu an Ece'yle uğraşmak kendime yapacağım en büyük kötülük olurdu.
Tribünlerdeki tezahüratlar bir an olsun kesilmezken skor 2-1'di, öndeydik. Aşırı berbat geçen günümün tek sevindirici olayı buydu. Maç uzatmalara gitmişti. Ferdi için yapılan tezahüratlar pas atmasıyla Barış Alper'e geçince maç hiç olmadığı kadar şu an ilgimi çekmişti. Bilinçsizce yerimde doğrulup daha iyi görmek için hafif ayağa kalktığımda Elif bacağımı kavrayıp geri oturmam için kendince uyarıda bulundu.
"Bugünlük kaos yetti bence İlkin" dedi daha da göze batmamam için.
"Bence de yetti" deyip bacağımdaki elini ittim.
"Alırım gönlünü." Yanağımı okşadıktan sonra o da benim gibi önüne dönerek Barış Alper'i takip etmeye başladı.
Rakipten önce kaptığı topu maç sonu olmasına rağmen hiçbir yorgunluk belirtisi göstermez gibi insan üstü bir güçle sürerken ceza sahasına kadar gelip çektiği şutu kaleci çıkarmıştı."Beceriksiz" diye mırıldandım kendi kendime.
Aradan geçen birkaç dakikadan sonra maçın bitiş düdüğüyle oyuncular yorgunluktan kendilerini yere atmışlardı. Tribünlerde bayram havası vardı. Çeyrek finaldeydik.
Saha ve tribünler gitgide boşalırken bizi yakalayan birkaç kişi fotoğraf çekmek için peşimize takılırken gözlüğümü de takıp oradan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştım. Elif elimden yakalayıp "beraber gideceğiz" diyerek beni durdurdu. Yanında dikilirken beni kadraja almadan fotoğraf çekindiler. Zehra ve Derya da başka köşede fotoğraf çekinirlerken kaba olup olmadığımı umursamadan bana yanaşan herkesi geri çeviriyordum. Attığımız her adımda aynı amaç uğruna durdurulmamızla görevliler halimize acımış olacaklar ki bizi futbolcuların çıktıkları bölüme doğru yönlendirdiler.
Elif "birbirimizden ayrılmayalım" diyerek elimden tuttuğunda karşı çıkmadım. O önümde ben arkasında el ele yürürken Zehra ve Derya yan yana yürüyorlardı. Koridorun başında akbaba misali dikilen gazeteci ve basın mensupları birkaç oyuncu yakalamış, maç ile ilgili duygu ve düşüncelerini sorarken bir tanesinin bizi radarına almasıyla peşimize takılmıştı.
Adam bizimle yürüyüp inatla Barış Alper hakkında sorular sorarak beni konuşturmaya çalışırken sessizliğe gömüldüm. Benden verim alamayıp Elif'e yöneldiğinde "tek kelime etmiyorsun Elif" dedim sadece ikimizin duyabileceği desibeldeki katı sesimle. Elif sözümü dinleyerek "iyi akşamlar" deyip sessiz kaldı. Adam bu sefer de şansını Zehra ve Derya'da denemişti. Onlar bizim aksimize adamı başlarından bir an önce def etmek için kısaca konuşmuşlardı.
Koridorun sonuna gelmemizle adam yanımızdan ayrılırken gözlüğümü bundan sonra için bir sorun teşkil etmeyeceğini zannederek çıkardım. Elif'in elimi bırakmasıyla biri sanki tam da bu anı bekliyormuş gibi yeniden elimden kavrayıp beni kapısını açtığı odaya göz açıp kapayıncaya dek soktuğunda korkuyla çığlık atmak için dudaklarımı aralamamla ağzıma bastırılan koca bir el buna karşı çıktı. Gözlerim korkuyla açılırken karşımda onu görmeyi beklemiyordum.