"Efendim Elif."
"İlkin, neredesin sen? Saat kaç olmuş hâlâ ortalıklarda yoksun. Haber de vermedin."
Evden iyice uzaklaşıp bahçeye gelirken "Barış'tayım" dedim sıkıntıyla elimi alnıma götürerek.
"Ne?" diye bağırmasıyla ofladım. "Siz barıştınız mı? Adamın birkaç saat önce maçı vardı. Hangi ara?"
"Stadyuma geldim."
"Ve bana haber vermedin" dedi en alakasız noktaya takılarak. "Aferin sana İlkin. Bravo gerçekten."
"Aşkım bir dur. Maçı kaybettik diye Barış'ı görmek için gelmiştim."
"Ha, tamam ya. Sorun yok" dedi alayla geçiştirerek.
"Bu gece eve gelmeyeceğim" dedim vereceği tepkiden korkarak alıştıra alıştıra.
"İlkin senin ağzına sıçarım. Ne demek eve gelmiyorum? Lan nasıl hemen yumuşadın? Aklını çeldi değil mi o marul kafa? İki üç gülüp güzel söz söylemiştir. Sen de hop ağzının içine düştün adamın."
"Konuyu aramızda hallettik Elif" dedim uzamasını gereksiz bularak. "Yarın uzun uzun olanları anlatırım."
"Evde tek misiniz?"
"Yunus ve Kerem henüz gelmediler. Şimdilik tekiz."
"Kolla kendini kızım. Hamile bırakır seni o dangaloz. Bu safozluğunla ruhun duymaz."
"Oha Elif" dedim gözlerimi büyütüp Barış'ı kolaçan ettiğimde neyse ki görünürde yoktu. "Abartma istersen. Hem şimdiye kadar durumu gayet güzel idare ettim."
"Gece bundan sonra başlıyor İlkin'" dedi bilmiş bir edayla. "Ben uyarımı yaptım sonra üç çocukla gelme kapıma. Ben kendime zor bakıyorum."
"Manyaksın sen ya" dedim sinirim bozulmuş gibi gülerek. Bahçeye açılan salonun kapısının önünde beliren Barış'ı görmemle Elif'le alelacele vedalaştım. "Barış geliyor kapatıyorum."
"Görüşürüz."
"Görüşürüz aşkım" deyip konuşmayı sonlandırdıktan sonra telefonu cebime koydum.
Barış elinde bira şişeleri ve diğer elinde çayımla yanıma varıp kupayı elime verdiğinde "aşkım mı?" dedi tek kaşını kaldırarak. "Kimdi o?"
"Elif." Ona sırtımı dönerken havuz başına geçip ayaklarımı suya soktum.
"Benden başka aşkın olduğunu bilmiyordum."
"Öğrenmiş oldun" dedim çayımdan bir yudum alıp ukalalık yaparak.
Zıtlaşmayı uzatmadan Barış da yanıma geçtiğinde bira şişelerini diğer yanına bıraktı. Birini eline alıp dişiyle kapağını açtıktan sonra "şimdi efkar zamanı" diye mırıldanıp kocaman bir yudum aldı. Ben gökyüzündeki tek tük yıldızları izlerken Barış da bir an olsun durmadan içmeye başladı.
"Avusturya'yı yenip de Hollanda'ya yenilmek ne be amına koyduğum?" diye kendi kendine küfür savururken ilk dakikadan başlamasıyla başımı uyarıcı bakışlarla ona çevirdiğimde şişeyi tekrardan başına dikmişti.
Barış bir süre kendi kendine küfür etmelerine ve için için söylenmeye devam ederken tek yaptığım şey çayımı içip gökyüzünü izlemek olmuştu.
"4 gün arayla maç yaptılar, kondisyonum düştü tabii lan. Van Dijk piçi adamda kondisyon mu bırakır? Herif Tepegöz gibi."
İkinci şişeye geçmesiyle Barış'ın kafası yavaştan giderken kendi başına dertleşme seansına devam ediyordu.