"Dünyanın sonu gelmiş gibi davranmasan mi İlkin?" dedi Barış bıkkınlıkla.
Herkes yemeğini bitirmeye yaklaşırken kahvaltılıklara dokunmak için herhangi bir girişimde bulunmamam üzerine Barış olaya el atıp tabağımı kendi doldurarak önüme bıraktı fakat yemek bir yana yaptığım yemeğin tadına dahi bakmamıştım.
"Ne isteyebileceğini düşününce iştahım kaçıyor Barış."
"Kaçmasın yavrum. Ye bir şeyler" diyerek çatalına batırdığı salatalığı ağzıma uzattı. Küçücük salatalık dilimi gözümde büyürken kendimi zorlayarak ağzıma aldıktan sonra ağır ağır çiğnedim. "Yani en fazla ne isteyebilirim ki?"
"Bilemiyorum artık. Dur durak bilmediğini düşünürsek hayal gücümün de ötesinde olabilir isteyeceğin şey." Kendimden bir nebze dahi şüphe duymadan rakibimi küçümseyerek oyunu en baştan kaybetmiştim, farkında değildim. Yemek boyunca kafamda onlarca ihtimali kurarak kendimi huzursuz etme seanslarıma son verip her şeye önceden hazırlıklı olmak adına ona sormak dışında şu anlık başka bir çare görünmüyordu. "Aklında var mı bir şey?"
"Yok" dedi anında. Çatala doladığı muhlamayı büyük ekmek dilimiyle buluşturup ağzına atmıştı. "Bir şey var aslında da razı olur musun bilmem" dedi umursamaz bir tınıyla ağzı dolu dolu.
"Razı olmayacağım bir şey istemezsin."
"Haşa, ne haddime" dedi abartılı bir tepkiyle. Lokmayı olması gerekenden az çiğneyip mideye yollamıştı. "Ama yapsak da fena olmazdı sanki" diyerek bana döndüğünde yüzü yüzüme yaklaştı.
"Bence çok fena olur" diyerek utancı olabildiğince arka plana atıp bir kereye mahsus ona ayak uydurarak vereceği tepkiyi beklediğimde ikimiz de hafif yan duruyorduk.
Barış kısa çaplı yaşadığı şaşkınlığı üstünden çabucak atıp sandalyemin altından tutarak beni kendine çektiğinde bacağım onun bacağına yapıştı.
"Öyle mi dersin?"
Barış'ın etkileyici bir tona sahip sesi kulaklarımı doldururken öpmek için usul usul yaklaşmasıyla kalbim yerini yadırgarcasına çarpmaya başladı. Gözlerim dudaklarına kayarken bizi anlık soyutlandığımız ortama geri döndüren Kerem'in hamlesiyle kendimi toparladım.
Zeytin çekirdeğini Barış'ın yanağına atması üzerine muzur gülüşü yüzünde dağılırken Barış'ın duyulması güç sesiyle Kerem'e küfür ettiğini işittim.
"Aile var oğlum" dedi öldürücü bakışlarla kendisini hedef alan Barış'a. "Hadi onu geçtim nimet var önünüzde. Çarpılacaksınız mazallah. Az sakin mi olsanız?"
Barış'a öyle odaklanmıştım ki arkadaşlarının varlığını unutup en olmadık yerde kaptırmam üzere içten içe kendime kızarken yanaklarıma basan sıcaklık kızarmama işaretti. Barış benden uzaklaşıp laubali bir tavırla sandalyede yayıldı ve kolunu sandalyemin arkasına attı.
"Kızgınlığa girmiş mart ayı kedisi gibi ne bu böyle mıç mıç?"
Kerem'in sözleriyle Yunus büyük bir kahkaha patlatırken Tuğçe elini ağzına götürüp kıkırdamaya başladı.
Kerem ağzının kenarına tuttuğu ekmek dilimiyle gözlerini kısıp başını iki yana salladı. "Barış'a diyordum da sen de az değilmişsin İlkin" dedi imayla.
"Aşk olsun Kerem" dedim utancı doruklarda yaşarken ne diyeceğimi bilemeyip mızmızlanarak.
Ekmeği ağzına attıktan sonra ellerini havaya kaldırıp eşzamanlı olarak omuzlarını da aynı işlemi uyguladığında dudaklarını birleştirip alt dudağını sarkıtmasıyla ben masumum der gibi bir imaja büründü. "Ben olanı söylerim. Alınmaca darılmaca yok."