çocuk bakıcısı

2.7K 168 99
                                    

Günümüz
İstanbul, Sarıyer
"Aşk gizlendikçe gün yüzüne çıkar."

Bade'den,

O waffle'ı yedik.

Kendisi tatlıyı pek sevmediği için yalnızca hamurun üzerine birazcık bal döktürüp tatsız tuzsuz bir şeyi midesine gönderdiği için anlamasa da ben, tek kelimeyle bayılmıştım.

Hatta bunu yaparken waffle'ın üzerine konan şu renkli küçük çikolatalardan nefret ettiğini bile öğrendim.

Tabii öğrendiklerim arasında; İstanbul'daki en yakın arkadaşının zamanında sıkıntılar yaşasalar da Kerem olduğunu, takımda en çok Dries ile eğlendiğini, menajeri Tuncay Bey'in (kendince) favorisi olduğunu, maç olsun ya da olmasın haftanın beş günü antrenman yaptığını, İstanbul'da en çok Florya'da takıldığını, İngilizce konuşurken arada küfür etmeyi sevdiğini, Kerem Demirbay'ın kendisiyle baş başa bir tatile çıkmak istediğini ve müteahhit amcası Mahmut Bey tarafından sık sık kandırıldığını saymazsak benim için hoş bir bilgiydi.

Kumpirimizi yerken biraz da olsa üzerimde olan gerginlik, tatlı seansında uçup gitmişti böylece. Hatta önümüzdeki hafta yapılacak olan derbiye beni davet ettiğinde bu fikre hemen atlamak istemesem de, izin günümde yapılacak olması nedeniyle ne yazık ki hayır diyememiştim. Hem teklifi öyle cezbedici şekilde sunmuştu ki onu reddetme alanı tanımamıştı bana.

Sonunda güle oynaya eve döndüğümüzde, resepsiyondaki Esma Hanım gülümseyerek karşıladı bizi. Bugün ekstra bir mutluydu bizi gördüğüne. "Hoş geldiniz Barış Bey, Bade Hanım."

"Hoş bulduk, kolay gelsin." Başıyla selam verip asansöre girene kadar gülümsemekten vazgeçmeyince, kapı kapandığı an gülüşümü tutamadım. "Bu saate nasıl bu kadar enerjik olabiliyorlar?"

Barış düşünür gibi yapıp bir elini asansör klonuna, bir elini de beline attı. "Aslında ben de enerjik hissediyorum." Kaşlarımı kaldırıp çantamın olduğu elimi sallarken dudaklarımı büzdüm. "Belki bir kahve?"

"Bunu bekliyordum." Yavaşça yaklaşıp yanağıma bir öpücük bıraktığında, aynı heyecanla asansörden inip evime doğru adımlamıştık. "Pablo'yu da getirmek ister misin?"

"Uyuyordur," Ayakkabılarını çıkarıp benimle beraber içeri girdi. "Uyandırırsam huysuzlanır."

Evime ilk defa gelmiyordu, sarhoş olduğum akşam bu küçük yuvama kısa bir ziyarette bulunmuştu ancak sanki ilk kez geliyormuş gibi heyecanlandırmıştı beni. Sonunda kapıyı kapattığımızda, etrafa dikkatlice bakarak manzaranın köşesine yerleştirilmiş koltuğuma oturdu. "O gece müziğin sesini duymasaydın hayatımız nasıl olurdu?"

Mutfağımda hiç vakit kaybetmeden kahvemi yapmaya koyulmuştum ki ardımdan yükselen sesle yüzüme narin bir gülümseyiş yayıldı. "Mantıken karşılaşırdık, restoranıma gelmiştin zaten."

"Tekrar geleceğim, şekerpare yemek için."

Kahveyi pişmeye bırakıp koltuğun üzerindeki kumandayla televizyondan şarkı açarken ona hem küçümseyici hem de duygusal bir bakış atmayı ihmal etmemiştim. Açıkçası koltuğumda o beyaz tişörtü ve siyah keten pantolonuyla bir yunan heykeli gibi oturmaya devam ederse burada da ona istediği tatlıyı yapabilirdim.

şekerpare, barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin