kaderin cilvesi

3.6K 185 124
                                    

Günümüz
İstanbul, Havalimanı
"Aşka tolerans tanıyan zaaflardır."

Bade'den,

İstanbul'a geldiğimden beri ruhumu gıdıklayan o histen kurtulamıyordum.

Elimde valizim İstanbul, Ankara'nın o ihtiyar kasvetli havasından sonra ilaç gibi gelecek sansam da bünyemdeki bitkinlik öylesine belirgin bir renkteydi ki, gözlerimin altındaki torbaları aynadan bakmadan hissedebiliyor ve ağırlığında kapanan gözlerime dur diyemiyordum.

Paytak adımlarım benden habersiz ağır ağır, konveyör bantlarının olduğu alana doğru düz bir rota çizdi. Herkesle birlikte sıra beklerken titreyip duran telefonumu kim olduğuna bakmadan kulağıma götürdüm ben de.

"Anneciğim, indin mi kızım?"

Esnememi elimin tersiyle gizledim. "Evet anne. Havalimanındayım."

"Sesin çok uykulu geliyor, uçakta uyuyamadın mı?"

Ben hiçbir zaman uçakta uyuyan tiplerden olmamıştım. Yolculuk saatlerce de sürse kitap okur, film izler, yemek yer ya da gazete takip ederdim ancak bu seferki uçuşumda beni böylesine huysuz ve bitkin kılan, kesinlikle yanımda oturan o yaşlı kadındı. Ne yazık ki yol boyunca üç defa torunuyla evlenemeyeceğimi anlatmak zorunda kalmıştım kendisine.

Oysa o, nazikliğim karşısında o kadar ısrarcıydı ki en son sadece biraz sessiz olsun diye numaramı vermek zorunda kalmıştım. Böylece beni aradığında engelleyebilirdim fakat yanımda otururken onu engellemenin başka hiçbir yolu yoktu, en azından terbiyem buna müsaade etmiyordu.

Kötü anılarım, annemin orada olup olmadığımı kontrol eden sorusuyla dağıldığında, banttan beyaz valizimi aldım ve yine aynı paytak adımlarla girişteki taksi durağına doğru ilerledim. "Uyuyamadım. Bir şey olursa sizi ararım, sonra konuşsak olur mu?"

"Olur yavrum ama dikkat et, o İstanbul uşaklarının sağı solu belli olmaz. Merakta bırakma burada bizi."

Annemin içine su serpip telefonu kapadığımda, yarım saat bekleyişin ardından sonunda herhangi bir taksiye bindim, ne çekilmez çilem varmış dedirten yolculuğum da başlamış oldu böylece ve neredeyse bir uçak yolu kadar sürede de yeni evime vardım. Babamın müteahhit arkadaşları, Dursun Korkmaz'a saygılarından bana öyle bir ev ayarlamıştı ki, bu rezidansın içinde kalacağım daireyi bulmam imkansızdı, oysa benim tek isteğim iş yerime yakın küçük bir binaydı. Kirası için şimdiden babama üzülsem de umursamayacağının da farkındaydım.

Dursun Korkmaz'ın kızı gecekonduda mı otursun, diyerek sıyrılırdı işin içinden.

Çok prosedürlü bir geçiş kapısı olacağını sansam da düşündüğüm gibi olmamıştı hiç. Güvenlik Bey, adımı verdiğim gibi rezidans resepsiyonistini çağırmış, oradan da giriş saatimle kimlik bilgilerimi bilgisayara aktarıp valizim ve çantam için de yardımcı olarak beyefendinin daireme kadar bana eşlik etmesini sağlamıştı. Saat gece iki sularında, neyse ki artık evimdeydim. Tek oda tek salon, minik bir yuvanın içinde.

Yatak odama geçtiğimde, tüm şehri ve köprüyü gören manzara karşısında tek düşündüğüm üzerimdeki ince ceketten kurtulup kuş tüyü yatağımda uykuya dalmakken elbette bu istediğimin gerçekleşmesi mümkün değildi çünkü size bir sır vereyim, Bade Korkmaz ne zaman bir şeyi çok istese her seferinde sabrı mutlaka çetrefilli bir sınava tabi tutulurdu. Şimdi de uyumak istiyordum ya, tabii ki yan komşum müthiş bir parti verecekti ki ben, aksini yaptığını düşünemiyordum bile.

şekerpare, barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin