tüm şeytanlar

2K 180 176
                                    


Ünlü Bir Gazetenin Baş Yazısı, Belinda Morin'den.

Bu yazı, yalnızca bir kalbi olanlar içindir...

Tabii bir de Barış ve Bade için. Sahi, bu aralar onlar için hepimiz bir şeyler yazıyoruz ama kaçımız kalbimizi de ortaya koyuyoruz, emin değilim. Bu yüzden haddimi aşmayarak, kalbimi ortaya koyup ilk defa böylesine başarılı bir Türk gazetesinde naçizane fikirlerimi söyleme ihtiyacı hissettim, lütfen bana kızmayınız, amacım yalnızca kalbinizin yolunu hatırlatmaktır.

Sözlerime, size bir hikâyeden bahsederek başlamak istiyorum. Bir ilk aşk hikâyesi, tabii izniniz olursa, son aşk da diyebileceğimiz bir hikâye bu. Bu yüzden lütfen dikkatlice okuyunuz. İlgileneceğinize inandığım konusu ise şöyle, birbirlerinden kopan iki aşığın nefretle başlasa bile kaçınılmaz sona kapılıp gidişi. Ne hoş değil mi? Maziden bir aşkınız çıkıp geliyor; yanlış anlaşılmalar yüzünden önce ondan nefret ettiğinizi sanıyorsunuz ancak olayın aslı yıllar evvelden aşka dayandığından mübrem son kapınıza dayanıyor: Aşk, aşk ve aşk!

Onları ilk gördüğümde, doğrusu bir asansörde tatlı bir atışmanın içindeydiler ve kendimi yeniden yirmili yaşlardaymışım gibi hissetmeme neden oldular. Bunu diyen bir kadın elli yaşı devirmiş olunca tabii, biraz şaşırtıcı oluyor, değil mi? Nitekim ben de öyle düşünmüştüm, sonra eğer şansım varsa onların bu vaziyetlerine bir kez daha tanık olur ve belki, ben de onlar kadar gençleşebilirim dedim içimden. Kader ya, önce Bade'yi karşıma çıkardı.

Aşk şarabıymış isminin anlamı, o an dedim ki; bu delikanlı bu kıza sarhoş olmayıp ne yapsın? Üstelik bilmeyeniniz vardır belki ancak en güzel şarabın yarattığı sarhoşluktan daha kalitelidir aşk sarhoşluğu.

E tabii bunu bilince insan, tamam işte diyor içinden, delikanlının da hakkını yemek olmaz; bu kızcağız onun adını duyunca bile gözlerimin önünde eriyor, daha ne olsun? Aşk olsun tabii canım, aşk olsun!

Olmuş da zaten, yine bir gün bizim kızı hayallere dalmış uzaklara bakarken gördüm; tabii bu onu delikanlıya sarılırken, ona restorandan fotoğraflar atarken, aşkla bir şeyler anlatırken gördüğüm hallerinden çok sonradır, yamacına yanaşıverdim hemen. Belli bir derdi var, derman da hazır ama ne yapacağını bilememiş, öylece dikmiş gözlerini ağlamaklı denizi izliyor.

Meğerse her şeyin yalan olduğunu sanmış o gün Bade. Tabii aşk toylukları sever, genç kızı bir yalanın içinde olduğuna inandırmış. Bir insan hiç yalan bir aşk için denize ağlar mı? Ağlamaz ya, yine de ona söylemediydim o zamanlar bunu. Belki biraz bana kızacağı birkaç laf ettim, evine gönderdim sonra pıtır pıtır. Helal olsun Barış'a, bırakmamış kızın peşini. İnandırmış ona bu aşkın gerçek olduğunu. Sonra tıpkı her âşık gibi sevmişler birbirlerini, birbirlerine karışa karışa.

Hah, şimdi gelelim fasulyenin faydalarına.

Onların bu aşkına tanık olmak beni öyle gençleştirdi ki, sevdiğim adama hoş bir veda edebilmek için elli yaşında geldiğim Türkiye'den, yirmilerimde, otuzlarımda ayrılacağım şimdi. Koskoca kadına öğretilir mi, bana acılar içinde dahi olsam sevgimin her şeye yetebileceğini öğrettiler.

Bana öğrettiler de, bu aşkın her bir anına en yakından tanık olmak size ne öğretti?

Aşkın hiç; bir zorba, yalancı, iftiracı, umursamaz, kalpsiz, yargılayıcı, sorgulayıcı, bastırıcı ve bitirici olmayı öğrettiğine şahit olmamıştım. İki insanın aşkla birbirine karışmasının, dokunmak için yanıp tutuşmasının, duygularını bastırmak yerine yaşamasının ayıp olduğuna ve ortadaki yanlışın boş verilerek doğrunun üstüne gidilmesine de hiç şahit olmamıştım.

şekerpare, barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin