nefret savaşı

2.9K 169 78
                                    

Günümüz
İstanbul, Sarıyer
"Gerçek elbet ortaya çıkar."

Bade'den,

Tırnaklarımı geçirmekten bacaklarımda yarım hilaller bıraktığım dakikalarda, Mehmet Şef her zamanki gibi hiçbir tepki vermeden kahvesini yudumluyor ve sorduğum sorunun bir cevabını vermek yerine henüz açılmamış restoranımızın arka balkonundan boğaz manzarasını olağanca keyifle seyretmeye devam ediyordu. Mustafa nazikçe başını sallayıp beni telkin etmeye çalışsa da başarısızdı keza şu an kovulmak ile izin almak arasında ince bir çizgide, tek tekerlekli bisikletimle aşağı düşmemeye çalışıyordum.

Züleyha'nın düğünü haftaya olacaktı.

Elbisem, ayakkabım, babamın gelirken almamı rica ettiği malzemeler ve valizim hazırdı ancak en önemli şeyi sona bırakmıştım: İzin.

Kahvesinden bir yudum daha aldı Mehmet Şef. "Demek en yakın arkadaşının düğünü..."

Başımı salladım yavaşça. İşe başlayalı bir ay olmak üzereydi ve artık hem işime, mutfağa hem de iş arkadaşlarıma alışmıştım. Üstelik buranın şimdiden bana sunduğu fırsatları seviyordum, bir yandan üç tane eğitim sertifikası alarak her geçen gün CV'mi doldururken bir yandan da Türkiye'nin en önemli şefinin tüyolarını öğrenip kendimi geliştiriyordum. Bugüne kadar da düşe kalka bir şekilde gelmişken şimdi batırmak... Benim için büyük bir fiyasko olurdu.

"Bu akşam önemli bir misafirimiz var, Bade." Gün batımı rüzgarı yüzüme vururken saçlarım önüme gelmesin diye kulağımın ardına attım. Can kulağım sonuna kadar aktifti. "Kendisi önemli bir tadımcıdır. Benim nezlimde fevkalade bir gurmedir. Eğer şekerpareni onun tadımından başarıyla geçirirsen ve tarif defterine girmeyi başarırsan iki şey kapacaksın. Hem izni hem de şekerparenin burada senin eserin olarak sunulması fırsatını."

Yani bunun Türkçesi, yandın kızım.

"Teşekkürler şef." diyerek oturduğum sandalyeden kalktığımda, tuvalet alanına doğru giderken Mustafa da peşime takılmış, gerginliğimi anlayarak bir süre sessiz kalsa da sonunda dayanamamıştı.

"Halledeceğiz."

Ortak tuvalete girdiğimizde kolumdaki tokayla saçlarımı toplamak için aynanın karşısına geçtim. Mutsuzdum çünkü izni kapamayacaktım. "Son üç seferdir başarısız olduğumuz şekerpareyi mi halledeceğiz?"

Kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandı Mustafa. Evet, tam da dediğim gibi üç seferdir şekerparenin ya tadını ya da pişme ayarını tutturamıyorduk. O kendime çok güvendiğim pişirme oranımın esamesi okunmuyordu şimdilerde, hatta son müşterimiz tatlının ikram olmasıyla alakalı seviyesizce bir espri bile yapmıştı. Başlarda iyi gidiyorken neyin değiştiğini bilmesem de her seferinde ocağın başında ben vardım. Başka kimseye suç atamazdım.

"Belki unuttuğumuz bir şey vardır. Hiç düşündün mü bunu?" Doğrusu Mehmet Bey, bu tadım meselesine son vermemizi söyleyene kadar nasıl geliştirebilirizi düşünüyordum ancak bu işin bittiğini anladıktan sonra şekerparenin ş'sini bile düşünmemiştim. Düştüğüm kısım buydu, yine de et ve salata konusunda kendimi geliştirmem Mehmet Şef'in bakış açısından kalktığım noktaların birer örnekleriydi. Ben de şansımı zorlamayıp ana yemek alanına yönelmeye karar vermiştim. Şu ana kadar.

şekerpare, barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin