0.9

18 4 2
                                    


Semih son zamanlarda çok değişti. Onunla her konuşmamızda sanki aramızda görünmez bir duvar varmış gibi hissediyorum. Sürekli tersleyip duruyor, o eski sıcaklığı kaybolmuş. Bugün sabah kahvaltıda da yine aynıydı. Kayra, her zamanki gibi neşeyle çatalını tabağına vurup, bizimle konuşmaya çalışırken, Semih’in yüzündeki gerginlik beni rahatsız etti. Gözlerini telefonundan ayırmıyordu.

Kahvaltıyı hazırlarken ona bakıp "Semih, biraz yardıma gelir misin?" dedim. Ne de olsa ailece geçirdiğimiz nadir zamanlardan biriydi, belki bu soğukluğu kırabiliriz diye düşündüm. Ama yine aynı soğuk sesle, "Daha yeni oturdum Betül, kahvaltıyı sen yaparsın," dedi.

Sabrettim, ama bu tavırlarından artık bıkmıştım. Masaya oturduğumuzda da Semih, telefonuyla uğraşmaya devam ediyordu. Bir an göz göze geldik, ama hemen başını çevirdi. İçimde bir şeyler koptu o an.

"Semih, her zamanki gibi telefonla uğraşıyorsun. Bir kere de bizimle olamaz mısın?" dedim, sesim daha sert çıkmış olmalı ki Kayra bana dönüp endişeyle baktı.

Semih, telefonu masaya bıraktı ve gözlerini bana dikti. "Betül, iş konuşuyorum. Abartıyorsun," dedi soğuk bir şekilde.

Dayanamadım. "İş mi? Bütün gün evdeyiz, seninle doğru düzgün bir şey konuşamıyoruz. Sürekli telefon, sürekli meşguliyet... Ne iş bu, bir gün de bizimle ilgilen!"

Semih derin bir nefes aldı ve gözlerini devirdi. "Sen de her şeyi büyütüyorsun Betül. İşler yoğun, bir rahat bırak artık!" diye çıkıştı.

Bu tavırları beni daha da öfkelendirdi. "Rahat mı bırakayım? Biz ne zamandan beri bu kadar uzaklaştık Semih? Kendi ailemize zaman ayıramaz hale geldik!"

Semih birden yerinden kalktı. "Betül, yeter!" dedi ve odayı terk etti. Kayra donup kalmıştı. Gözlerim doldu, ama kızıma belli etmemeye çalıştım. Onun yanında kavga etmek hiç istemezdim. Bu kadar uzaklaşmamız, bu kadar kopmamız içimi acıtıyordu.

Kahvaltıdan sonra Semih hâlâ aynı soğuk tavrını sürdürüyordu. Telefonunu elinden düşürmedi, sürekli birilerine mesaj atıyordu. O kadar sabrım zorlanmıştı ki, neredeyse yine bir tartışma çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum. Kafamda bin bir türlü soru vardı. Kimle bu kadar sık konuşuyordu? Neden bizden bu kadar uzaklaşıyordu?

Damla ve Mustafa öğleden sonra bize geldi. Onlar geldikten sonra Semih bir nebze daha sakinleşmiş gibi görünse de, hâlâ içinde bir şeyler olduğu belliydi. Damla ve Mustafa her zamanki gibi neşeliydi. Mustafa'nın esprileri biraz olsun ortamı yumuşattı, ama içimdeki huzursuzluk dinmedi.

Mustafa, “Valla Betülcüm, senin bu ciddi suratın hiç sana yakışmıyor. Ne var, ne yok, hadi anlat,” dedi. Damla da güldü, ama ben gergindim. “Bir şey yok Mustafa, işte biraz yoğunuz bu aralar,” dedim, Semih’e göz ucuyla bakarak. O ise yine telefonuna gömülmüştü.

Artık dayanamıyordum. Semih'in gizemli davranışları, sürekli telefonda konuşmaları, beni delirtmek üzereydi. Bir şeyler sakladığını biliyordum, hissediyordum. "Semih, kimle konuşuyorsun bu kadar? Bize de anlatmayacak mısın?" dedim, gözlerimle onu sorgularcasına.

Semih aniden irkildi. “İşle ilgili, Betül. Abartıyorsun,” dedi yine aynı soğuk ve uzak sesle.

Bu sefer susmadım. "İş mi? Hangi iş bu? Sabah akşam telefondasın, bizimle doğru düzgün iki kelime konuşmuyorsun. Ne oluyor Semih? Bizden uzaklaştığını hissetmiyor muyuz sanıyorsun?"

Semih derin bir nefes aldı. "Betül, sana açıklamak zorunda değilim her konuştuğumu. Rahat bırak biraz beni!"

Bu sözler içimi delip geçti. Sanki artık onun için hiçbir şey ifade etmiyormuşuz gibi geldi o an. Ayağa kalktım. “Tamam Semih, ne istersen yap. Ama bil ki biz bir aileyiz, ve böyle devam edemez. Ben buna daha fazla katlanamam!” dedim.

Aşkın Ofsaytı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin