54. Bölüm

1.5K 181 85
                                    

McLennan Kalesi’nin taş duvarları güneşin solgun ışıkları altında griye bürünmüş, sessizliğiyle derin bir huzur veriyordu.  Zihnimde yankılanan yorgunluk bedenimi adeta ağırlaştırsa da bu manzara benim her daim ilacımdı, huzur kaynağımdı. Atımın yavaş adımlarıyla kaleye varmak üzereydim. 

Kale kapısına geldiğimde Dougal’ın atının üzerinde olduğunu gördüm. Büyük ana kapı zaten ardına kadar açıktı. Sert bakışlarıyla savaşçılarına talimatlar veriyordu. Duruşu dik, vücudu gergindi; atın dizginlerini sıkıca tutmuş dışarı çıkmak için sabırsızlanıyor gibi telaşlıydı. Onun öfkesini metrelerce öteden hissedebiliyordum.

Beni fark ettiğinde kısa bir an için gözlerinde bir rahatlama belirdi. Ama bu duygu hızla yerini tekrar o tanıdık sertliğe bıraktı. Konuştuğu savaşçının sözünü yarıda keserek atını bana doğru çevirdi, bakışlarını üzerimde gezdirirken kaşları hala çatık, yüzünde asık bir ifade vardı. Neredeyse, etrafındaki her şeyden bağımsız olarak benim üzerime yoğunlaşmıştı bir anda.

"Tuğra," dedi, sesi keskin ve soğuk çıkarken. Olduğum yerde durup bana, bize gelmesini bekledim.

"Nerede olduğunu merak ettim. Toplantı bittiğinde seni göremedim. Gittiğini görmüşler, nereye gittin?"

Sorusunda öfke ve endişe arasında ince bir çizgide duruyordu. Beni bulamamış olması onu sinirlendirmişti, ama asıl kaygısının altında başka bir şeyler yatıyordu. Atının üstündeki dik duruşu kalbinin derinliklerinde sakladığı tedirginliği ele veriyordu.

"Tuğra," diye tekrar etti bu sefer daha derin bir nefes alarak, sesi biraz daha yumuşamıştı. "Seni merak ettim. Bu kadar kritik bir durumda ortadan kaybolman... Tuhaf. Toplantı Sadrazamla, babanın mevzularıyla ilgiliydi" dedi sorgularcasına.

Dougal’ın endişesi ne kadar öfkeli olsa da, yüzeydeki kızgınlığının ötesinde bir anlam taşıyordu. Aramızda sessiz bir bağ vardı; beni merak ettiği, endişelendiği her halinden belliydi.

Dougal’ın kaşını kaldırışı onun öfkesinin sadece başlangıcıydı. Yüzündeki gerilim hiç hafiflememiş, bakışları atımın üzerinden süzülerek bedenimde gezinmeye başlamıştı. Parmaklarım atın yelesine tutunmuşken, avuç içlerimdeki kesiklerin fark edilmemesi için elimden geleni yapıyordum. Ama er ya da geç özellikle gece olduğunda bunu göreceğini biliyordum.

"Kısa bir işim vardı aşkım," dedim ince ve masum çıkan sesimle. Dougal'ın tek kaşı havaya daha da yükseldi.

"Kale dışında tek başına ne işin olabilir? Hem de Sadrazam ve babanla görüştüğümüz önemli bir toplantı sırasında?"

"Dougal, çok soğuk," dedim, bahçede gizlice bizi izleyen insanların farkında olduğumu işaret ederek. Zaten işler yeterince karmaşıkken, Dougal ve benim kavga ettiğimiz dedikodusunun yayılması işime gelmezdi.

Ancak Dougal, etrafımızdaki insanları umursamıyor gibiydi. Atıyla daha da yaklaşıp mesafeyi neredeyse yok etti. Onun atı benim üzerimde olduğum atın burnunu koklarken, Dougal’ın dizi bana dokundu. Sonra atını yavaşça hareket ettirerek etrafımda bir tur döndü. Tekrar karşıma geçtiğinde bakışları sanki içimi okurcasına, derinlemesine beni inceliyordu. Ondan her daim etkilenmem normal değildi. Hele ki şu anda, tüm bahçenin gözü bizim üzerimizdeyken.

"Odaya çık, yarım saate geliyorum," dedi, sesi otoriter ve emredici tonda çıkarken bakışları kalçalarıma düşmüştü. Sözleri kulaklarımda yankılanırken aslında bu emrivaki ile sinirlenmem gerekirken içimde bir hoşnutluk yükseldi. Kalbim heyecandan o kadar hızlı çarpmaya başladı ki göğsüm hızlıca inip kalktı. Dougal da bunu fark etmiş olacak ki az önceki tüm siniri yerini tutkuya bırakan bakışa dönüştü. Dudaklarım kıvrıldı, bu tebessümü gizlemek için dudaklarımın içini ısırdım. Bakışları gözlerime çıktığında ikimizin de aynı şeyi istediğini anladım. Atıma hafif bir komut verip hareket etmesini sağladım.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin