52. Bölüm

982 139 46
                                    

Keyifli okumalar

Mağaranın serin havasında yayılan kırmızı ışık kalp ritmiyle yanıp sönerek yavaşça azaldı.  Zeminin altından gelen titreşimler de azalarak kaybolduğunda geldiğimizi duyurdum.

"Çıkabiliriz," Emir, emin olmamış bir endişeyle çıkışın olduğu kısma bakarken ilk harekete geçen Melek olmuştu. Onun hareketiyle grupta hareketlendi ve birbirlerinden ayrılıp koridorda yürümeye başladılar. Emir, Rob'un kolunun altına girmişken diğer kolunun altına da ben girerek ona destek oldum. Dougal bizim önden geçmemizi bekleyerek tam arkamızdan hareket ederek yürümeye başladı.

"Gerçekten İnverness'deyiz." Melek'in ileriden sesi gelirken içten içe olan tedirginliği anında silinip yerine büyük bir rahatlamaya bıraktı. Ay taşını cebime koyarak adım adım mağaranın çıkışına ilerledik.

"Bilmeniz gereken bir şey var," dedim ormana adım atıp ağaçlara bağladığımız atlara bakarken.

"Bu atlar neden hâlâ burada?" İlk tepki Dougal'dan gelmişti. Beş gündür ortada yoktuk ve klandakilerin çoktan ortalığı birbirine katmaları, ilk buraya gelmeleri ve atları çoktan çözmeleri gerekiyordu.

"Nico'nun buraya ilk geldiği gündeyiz hâlâ," dediğimde tüm kafalar hızla bana döndü. Kafamda harita çizerken zaman kavramında da bir tarih belirlemiştim. Beş günlük eksikliği ve Osmanlı temsilcilerine bu durumu açıklayamazdık.

"Beş gün hiç yaşanmamış gibi mi yani? Bizim için endişe etmediler öyle mi?" Melek büyüttüğü gözleriyle konuşurken Rob'u hareket ettirip atlara doğru ilerledim.

"Evet aynen öyle. Açıklamamız gereken tek şey kıyafetlerimiz," dediğimde Emir'le birlikte Rob'u ata bindirmeye çalışıyordum. Şaşkınlıklarını gizlemeseler de bu durumu oldukça memnun oldukları yüzlerinden okunuyordu. Rob, ata binince ben de kendi atıma doğru ilerledim. Dougal, Gölge'ye binerken herkes yerleşmişti. Oradan getirdiğimiz bazı eşyaları küçük bir el valizine koymuştuk. Emir, valizi kendi yanına aldığında hepimiz hızla yola koyulduk.

Kalenin surları görüş açımıza girdiğinde yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Dougal, atını yanıma getirip benimle aynı tempoda ilerledi. Çalan borazan sesleriyle kapı uzun bir süre açılmadı. Surların üzerinde savaşçı sayısı bir anda çoğalıp tehditmişiz gibi herkes kılıcını çekmiş uzaktan bize bakmaya başladı.

"Atları yavaşlatın," Dougal'ın emriyle hepimiz atları yavaşlattık. Dougal atıyla öne geçerek uzaktan savaşçılarıns bağırdı. Kıyafetlerimiz ve şapkalarımız yüzünden savaşçılar bizi tanımamış olacaklardı.

"Ben Büyük Dougal Mclenan, kapıları hemen açın!" Dougal'ın kendisini değil ama sesi ve havaya kaldırdığı büyük kılıcını tanıyan savaşçılar arasında bir telaşlı hareket başlamıştı. Birkaç dakikanın ardından uzun, geniş kapı sonuna kadar açılırken içeriden Ewan ve Max gözüktü. İkisi de şaşkın gözlerle gelen bizlere bakıyorlardı.

Hızlandırdığımız atlarla surlara geldiğimizde sırayla içeriye girdik. Kapı ardımızdan büyük bir gürültüyle kapanırken klan içindeki tüm gözler bize çevrilmişti; Kadınlar, çocuklar ve savaşçılar ile bir bölük Osmanlı askeri...

Bize bakanlar arasında Esma'yı fark ettim. Rob'un eli karnını tutarken yarası kanamış olacak ki beyaz kısa kollu tişörtünün önü hafifçe kırmızıya boyanmıştı. Çok bir kanama yoktu Melek hallederdi. Annem ve Estelle'nin de telaşla kalenin kapısından çıkıp bir anda durduklarını ve bize baktıklarını gördüm. Nasıl bir açıklama yapacaktık şimdi?

"Herkes dağılsın. Kıyafetleri değiştirin ve kimseye bir açıklama yapmayın"

"Nereye gidersek ilk yargılandığımız şey kıyafetimiz oluyor, peh!" Emir atını hızlandırıp kale yoluna giderken Melek çoktan attan inmiş deli gibi Ewan'ın boynuna atlamıştı. Günlerce onu görmeyip özlemiş gibi sarılırken, ki aslında durum tam olarak bu, Ewan şaşkınca karısının sarılmasına karşılık veriyordu. Ewan'a göre Melek'i en son birkaç saat önce görmüştü.

TUĞRA [İNVERNESS 1]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin