BÖLÜM2*_*GÖREV

488 27 5
                                    

...
"Beni aradı!" Lazım olabileceğini düşündüğüm son parçaları da yerleştirip Bican'a dönüyorum. "Seni değil, beni aradı! Bu kadar önemli olan şey ne merak ettim."

"Yakında öğreneceğiz." Takım çantamı elimden alıyor. İçlerinden en ağırı o. Dövme yaparken kullandığım malzemeler var içinde. Bir itirafçının yanından ayırmaması gereken önemli parçalardan biri bu çanta. "Yanına çağıracak kadar önemli olan neymiş gidince göreceğiz." Bavulumu alıp peşinden gidiyorum.

Arabaya yerleştikten sonra havaalanının yolunu tutuyoruz. "Butiğe gitmeyecek miyiz?" Diye soruyorum.

"Seçil ve Devran biliyor zaten." Arabanın hızını arttırırken gözünü yoldan ayırmıyor "Gidecek olursak Çınay'ın bizi bırakmayacağını biliyorsun."

"Ex aşkını ağlatmak istemeyiz tabi." Gülümsüyorum. Yapabildiğim tek şey bu. Konununu bana gelmemesini umuyorum.

"Senden sonra sevdiğim ikinci kız."

Ve umduğumla kalıyorum...

"Bican..." dilim işlevselliğini yitiriyor o an. Konu buraya geldiği zaman diyecek bir sözüm kalmıyor. Bican tüm kelimelerimi bitiriyor.

"Beklerim." Diyor kucuk bir çocuk mahmurluğuyla.

'BEKLEMEE!!' diye bağırmak istiyorum. Ama tek kelime çıkmıyor ağzımdan. Radyoya uzanıyorum sessizliği bozmak adına. Çalan hareketli müzik bile ortamdaki sessizliği bozamıyor. Havaalanına kadar müziği dinliyormuş gibi davranıyoruz.

Karşısına geçip SENİ İSTEMİYORUM, diye bağırmak istiyorum!! O bu konudan her bahsettiğinde topuklarımı kıçıma vura vura kaçmak istiyorum!! Bahsettiği şeyler beni korkutuyor. Aşık olmak istemiyorum.

Bekleme salonunda uçagimizi beklerken sessizligimizi bozan ilk o oluyor. "Tamam." Diyor pes edercesine. "Bir daha bu konu hakkında konuşmayacağız. Yeterki böyle davranma."

"Nasıl davranıyorum?" Aklımdan geçirdiklerimi sözlere dökmüş olsaydım, yüzüme bile bakmazdın Bican.

"Suskun. İfadesiz. Ve yokmuşum gibi." Kocaman açılan gözlerim konuşmasına engel değil. "Öyle davranmıyorum deme. Aynen öyle yapıyorsun. Ben sana olan aşkımdan bahsettigimde susuyorsun. Neler düşündüğünü söylemiyorsun. Bilmek istiyorum."

"Söylüyorum ya." Bilmemen gerçekten çok iyi. En iyi arkadaşımı bu konu yüzünden kaybetmek istemiyorum.

"Tek söylediğin beni arkadaşın olarak gördüğün. Ben bunları duymaktan sıkıldım ama sen söylemekten sıkılmadın."

"Aklımdan geçenleri mi bilmek istiyorsun?" Korkak ifademi siliyorum o anda. Bilmek istiyorsa bilecekti. "Ben-" konusmama izin vermeyen anons tam zamanında gelmişti.

<<175 sefer sayılı Günşehir uçuşuna on dakika kalmıştır. Yolcularımızın yerlerini almaları önemle rica olunur.>>

Uçaga bindiğimizde yine suskunluğa bürünüyorum. Aklımdakileri söylememem için ilahi engel alıyordum sanki. Daha fazla ısrar etmemesi için tüm yolculuk boyunca uyumaya zorluyorum kendimi.

...

Taksiden inerken gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyorum. Yolculuk boyunca zorda olsa uyumayı başarmıştım. Yeni uyanmanın verdiği mahmurluk var üzerimde. Daha fazla üstelememişti Bican. Ama er yada geç bu konuyu tekrar açacağımızı biliyorum. Onun bu sabırsız tabiatına bakılacak olursa fazla beklemeyecektik.

Bavulumu çekiştirerek bahçeye giriyorum yorgun adımlarımla. Yedi yıl önce nasılsa hala aynıydı evim. Değişen birşey yoktu. Çocukken bindiğim salıncak bile büyük çınar ağacındaydı. Ağabeyim kaldırmaya gerek görmemişti sanırım.

Kapıyı açan Günce, beni gördüğü an donup kalıyor. "Sen... nasıl..." hala zindanlarda olduğumu sandığı içinde şaşkınlığı.

Daha fazla soru sormasını engellemek adına kocaman sarılıyorum kuzenime. "Daha sonra anlatacagım." Diye fısıldıyorum kulağına. "Hadi içeri geçelim." Diyorum geri çekilirken.

"Abay'ın misafirlerden kast ettiği sizdiniz sanırım." Diyor arkamdan gelirken.

"O nerede?" Sesim duygusuz çıkıyor. Özellikle uğraştığım bir şey değil.

"Yukarıdaki ofiste. Yanında bir adam var. Bence vakit kaybetmeden sizde çıkın. Çünkü sizi bekliyorlar."

"Ne söyleyecek acaba?" Diyor Bican birlikte yukarı çıkarken. Rolleri değişiyoruz.

"Ögrenmeye saniyeler kaldı." Ve o saniyeler de çabucak geçiveriyor.

Odaya geldiğimiz anda güleç yüzlü adamın "Hoşgeldiniz." Demesiyle şaşırıyorum. "Bizde sizi bekliyorduk." Aslında adam demek fiziksel görünüşüne hakaret olur. Yaş olarak en az yüz diyorum. Çünkü o bir özırktı. Safkan ölümgörenlerin yaşlanma süreci yavaştı. Adam en fazla yirmili yaşlarında görünüyordu.

"Hemen konuya girelim." Diyor ağabeyim biz oturmaya bile fırsat vermeden. Ama o tekrar konuşmadan Bican'ı da çekiştirerek koltuğa yerleşiyorum. "Tanıştırayım. Harry Oliver Queen. Bizden yardım istiyor. Bunun için sizi bekledik."

Sözü bay Oliver devralıyor. "Yardımına ihtiyacım var. Yardım isteyebileceğim tek kişi sensin. Gizli olmak zorunda bu yüzden-"

Ağabeyim adamın sözünü kesiyor. Çatık kaşlı duygusuz ifadesi ile dönüyor bana. "Reddetme gibi bir ihtimalin yok. Bu işi yapmak zorundasın."

"Bay Cengel lütfen sözümü kesmeyin." Diye uyarıyor onu Oliver Queen. Benimle konuşmaya çalıştığı gülümseyen ifadesinden eser yok. Daha ciddi bir ifadeye bürünüyor yüzü. "Ben varken anlatmak size düşmez."

"Lütfen devam edin." Diyorum konuyu dağıtmamak adına. Ağabeyimin bu ifadelerine ne kadar alışmış olursam olayım. İçimi burkmaya devem ediyordu. Beni yok sayıyor, hor görüyordu. Sanki bir köleymişim gibi davranmasıda cabası.

"Korunması gereken bir eşsiz var. Gelinim." Gülümseyen ifadesi tekrar geliyor yüzüne. "Neler yapabileceğinin farkında bile değil. Korunması gerekiyor. Hemde benim eşim olan güçlü bir itirafçıdan korunması gerekiyor. Araya gezginleri dahil etmeden, onu buraya getirmemiz gerek."

"Tamam. Planınız iyi, güzel. Peki benim zindanlarda olmadığımı nasıl anladınız? Aradığınız itirafçının ben olduğuma emin misiniz?"

"Ana itirafçınızın bu konuda çok yardımı dokundu." Ağzımı bile açmama izin vermeden devam ediyor konuşmasına. "Gizlliliğin hala korunmaya devam ediyor. Eğer Damla'yı korumayı başarabilirsen, kaçmana bile gerek kalmayacak. Seni ben koruyacağım. Bir özırkın himayesi altına aldığı kişiye kimse zarar veremez. Kaçtığını öğrenmeleri sorun olmayacak anlayacağın." İkinci soruma geçiş yapıyor. "Krizantemin kızı olman yeterli bi sebep." Ana itirafçılılık anneden kızına geçerdi. Ana itirafçı krizantem olarak anılırken kızı da krizantemin kızı olarak anılırdı. Varis. Ama ben asla krizantem olamayacaktım. Katildim. Suçluydum. Annemi öldürmüştüm. Şimdiki ana itorafçımız ile aramızda kan bağı olmadığı için bu unvanı alamayacaktı. Ondan sonraki gelen ana itirafçılar bile öyleydi. Annemi ökdürerek sırayı bozmustum ben. Ama hala krizantemin kızı olarak anlıyorum.

Ama ben daha çok birinci cevabına odaklanıyorum. "Himayedarım mı olacaksınız?" Diye soruyorum şaşkınca. Himayedar... daha önce bir itirafçının himayedarı olduğunu hiç duymamıştım. Başlığı yaldızlı harflerle yazılan önemli konulardan biriydi bu. Adı bile yeterliydi yaptın işi bırakmana.

"Görevi başarıyla tamamlayacak olursan tam olarak bu olacak."

Ağabeyimin can alıcı bakışları altında reddetmek kadar korkutucu bir şey yoktu. Olması gerekeni söyledim bende. "Görevi kabul ediyorum."

Ve görevimin detaylarını Ögrenmeye başladım...

*-*DELİLER ŞEHRİ*-*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin