Yaşanan hayatlar acısını içine hapsederken dibinde bulunduğun liman açık açık burdayım der veya senden ona sığınmanı ister. Herkes acısını farklı yaşayabilir mesela... Önemli olan dimdik ben burdayım demek değil midir hayata? Liman kimdir peki? Bir arkadaş ? Bir dost? Bir anne veya bir baba? Belkide bir sevgili? Hayat arkadaşı?
Yola kimle çıkmak istediğin değil midir? Bazen bir yazar gibi tek başına yaşlanmak istersin. Kendi dünyanı kurup o küçücük çembere kendini kaydetmek. Sanki o senin için koskocaman olan halkanın dışına çıktığında yakacak bir alev gibi. Belkide bir el bekler zamanı. O el gelir ,ya anlarsın yada o elin kendisi için geldiğini anlamayarak bir bardak çay ikram eder arkasından el sallarsın.
Satırlarımı yazarken duyduğum ayak sesiyle elim ayağım birbirine dolaştı. Zeynep salona doğru giderken yavaşça çalışma odasından çıkarak peşinden gittim. Dün gece odamda uyuması için ısrar etmemin ardından kabul etmiş. Ben ise salondaki kanepeye yatmıştım. Ama her zaman ki gibi gözüme uyku girmeyip birşeyler karalamaya başlamıştım. Salonda karşı karşıya denk gelince gülümsedi.
"Çok mu ses çıkardım kusura bakma."
"Yok hayır zaten ben erken kalkmıştım."
"Defne aradı şimdi ev arkadaşım. Galiba dün gece Gurur oraya gitmiş."
"Bunu bekliyorduk zaten değil mi?"
"Evet ama defneye olanları anlatmam lazım. Birde dün gece burada kalınca iyice merak etmiş. Beni bekliyor dışarıda buluşacağız. Herşey için gerçekten çok teşekkür ederim."
"Şu teşekkür meselesini artık bir kaldırsak ortadan. Hem biz arkadaşız unuttun mu? "
"Unutmadım arkadaşım. O zaman ben kaçtım. Umarım tekrar görüşürüz. Tabi normal şartlar altında."
"Umarım. Bu arada kitabını unutma."
"Aklımda."
"Tekrar görüşürüz ." diyip elini uzattığında elimi uzatarak tokalaştık. Sekerek merdivenleri inerken kapıyı kapatarak büyük bir nefes çektim ciğerlerime. Salona doğru ilerleyip dağınık olan salonun dahada dağılmış haline gözüm çarparak öylece durdum. Bir yerden başlamam gerektiğini düşünerek masanın üstündeki kupaları mutfağa götürdüm. Büyük bir poşet alarak yerdeki buruşturulup atılmış kağıtları, hazır yemek kutularını poşetin içine attım.
Koltuğun üzerindeki kıyafetlerimi bir bir dürüp odama götürdüm. Odamdaki değişiklik ilgimi çekmesiyle öylece kalakaldım. Kesinlikle en büyük değişiklik yatak örtülerimim düzenli bir biçimde yatağa serilmiş kıyafetlerim ise dürülüp komidinin üzerine konmuş olmasıydı. Dolabın aynasında ki yapıştırılmış küçük kağıda yaklaştım. Düzenli bir el yazısıyla yazılmış nottu.
Teşekkür etmemi istemediğini biliyorum. O yüzden bunu bir teşekkür olarak algıla. Gerek yoktu dediğini duyar gibiyim. Ama bende böyleyim...
Notu okurken suratımdaki o muzip gülümsemeyi aynadan farkettiğimde aslında bu olaya minnettar kaldığımı farkettim. Gerçektende içimden hiç gerek yoktu kelimesini geçirirken bunu nasıl anlayabilmiş olacağı kafamdaki sorular arasında yerini aldı.
Dolabın kapağını açıp eşyaları bir bir yerleştirdim. Mutfağa geçip dün atmış olduğum bira şişeleri ve salondan topladığım çöplerle birlikte almaları için kapının önüne koydum. Kupaları makinaya yerleştirerek uzun zamandır nasıl çalıştırıldığını unutmuş olduğum makinanın düğmeleriyle bakışma seanslarımız başladı. Bu işi Alp geldiğinde yapardı. Bazense bıktığını belirtip artık ellemeyeceğini söylerdi. Bu iştede ona ihtiyacım olacağı için arka cebimdeki telefonu çıkartarak Alp'i aradım. İkinci çalışta telefonu açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LEYLA
FanfictionLeyla dedi. "Kerem gibi sevmek nedir?" En derininden acı koy önüme, Öyle bir parçalasın ki Sesim çıkmasın, Gözlerim görmesin, Yüreğim işitmesin. Kabulüm... Bu hasrete doymuş beden Tek bir şey ister nihayetinde. Gelecekse acısıda ke...