Gün Yüzüne Çıkan Gerçekler

10.8K 476 12
                                    

O an kollarımda yatan cansız bedenine karşı göz pınarlarımdan yaşlar akmaya başladı. Hemen telefonu cebimden çıkarıp şoförü aradım ve kısa sürede geldi. Erayı arka koltuğa yatırdık ve doktorunun görev yaptığı hastaneye götürdük. Acil sedyeyle içeri alındı fakat yarım saat sonunda doktor bildiğimiz cevabı verdi.

-"Başınız sağ olsun hastayı kaybettik." Ailesini aradım hemen hastaneye gelmelerini istedim. Geldiklerinde annesi ve babası çok bitkin bir haldeydiler. Kolay değildi. Evlat acısıydı bu elbette. Hiçbir şeye benzemezdi ki. Beraber hastane işlemlerinden sonra cenazeyi alıp uçakla tekrar ülkeye döndük. Havaalanına inene kadar annesi omzumda ağladı. Başımı diğer tarafa çevirdim ve dışarıyı izleye gözlerim yaşları saklamaya devam etti. Gitmişti işte. Benim canım kardeşim her şeyim gitmişti. Bu kadar sene ben ona kardeşim derken o içte içe beni seviyormuş demek. Saygı duydum. Ne yapabilirdim ki hasta yatağındaki bir adamı reddedip de canını bir kez daha acıtamazdım ki. Zaten bunca sene acıtmışım.  Ben parsa ihanet edemem zannederken o gidip meleği dudağından bile öpmüş bir insan. Belki onunla sevgili oldu benden sonra. Uçak alçalıp havaalanına indi. Erayın ailesiyle birlikte onun tabutunu bir hastaneye götürdük. Yarın toprağa verilecekti zaten. Hastanede hatta onu o tabutta bırakmak bile istemiyordum. Kalbim yangın yeri gibiydi. Acıyor yanıyor. Sanki bir rüyadayım ve biri beni uyandıracak. O kadar çok istiyorum ki bunu. Hastaneden çıktıktan sonra ailesini evlerine bıraktım. Bir süre yanlarında kaldıktan sonra akşam üzere evlerinden ayrıldım Taksiye binip eve doğru yol aldık. Aklıma bir anda telefonum geldi. Çantamdan çıkardım. Roma'dayken erayın yedek telefonunu kullanıyordum fakat şimdi ülkeme geldiğim için kendi telefonumu kullanabilirdim. Aylardır kapalı olan telefonu açtığım anda bildirim ve mesaj yağmuruna tutuldu. Telefonun bir süre kendisine gelmesini bekleyip hiç ellemedim. O sırada sitenin önüne gelmiştik. Taksiciye parasını ödeyip taksiden indim. Bavulumu indirmeme yardımcı olduktan sonra hızla sitenin önünden uzaklaştı. Bavulumun sapını yukarı çekip sürükleyerek bloğun önüne geldim. Binaya girdiğimde asansörü çağırdım ve bavulumla beraber bindim. Evime geldiğim için bile heyecan yoktu içimde. Kızarık gözlerimi umursamadan kapının önüne geldim. Hiç beklemeden kapıyı çaldım. Çok geçmeden annem önünde mutfak önlüğü ile kapıyı açtı. Normal olan suratı beni görünce değişti. Kaşlarını kaldırdı ve ardından suratını ekşitip beni kendine çekti.

-"Bebeğimmmm." Onun böyle üzgün olması benim içimde tuttuğum gözyaşlarının akmasına sebep oldu.  Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığım anda içeriden abim ve babam geldi. Babam da gelip bana sıkı sıkıya sarılırken abim ayakkabımın bağcıklarını çözdü. Özenle ayakkabılarımı çıkarıp beni içeri çekti. Babam ve annem beni içeri alırlarken abimde bavulumu içeri çekip aldı. Beni koltuğa oturttular. Bir süre hiç konuşmadan beklediler ve ben o sırada ağlamaya devam ettim. Ama artık gözlerimden yaşlar akmamaya başladı. Sanki bütün ağlama haklılarımı ve sularımı bitirdim gibiydi. İstesem de ağlayamıyordum. Sonunda kendimi topladığımda babam ellerimi avuçlarına alıp öptü.

-"Ne oldu kızım."

-"Baba."

-"Öldü mü?" Başımı olumlu anlamda salladığımda babam bana sımsıkı sarıldı.

-"Baba. O kollarımda öldü. Son nefesini kucağımda verdi. Biliyor musun korkmadım. Hep diyordum ben ölülerden korkarım yalnız duramam başında diye. Ama korkmadım. Ölürken bile son nefesini verirken gülümseyerek öldü. Hiç eksilmediği gülümsemesi yine dudaklarındaydı. Her gün gözlerimin önünde eriyerek öldü baba. Hiçbir şey yapamadım. Elimden hiçbir şey gelmedi." Ben üzgün üzgün konuşurken abim ve annem hiçbir şey anlamadılar.

-"Kim oldu? Ne oluyor biri bize de açıklayabilir mi?" Ben sonunda babamdan ayrılıp odama geçmeye karar verdim. Merdivenlerden çıktığımda babamın çoktan anlatmaya başladığını duydum. Odama girdiğim anda kendimi yatağıma bıraktım. Ölüm. Bu dört harfi ne kadar da kolay telaffuz ediyoruz. Tek nefeste. Ama o tek nefes ölümü tattığın an sana dar geliyor. Boğazında bir yumru oluyor. Bir daha kaybettiğin kişiyi göremeyeceğini hatırlatıyor. Şimdi bu dört harften nefret ediyorum. Alfabeden kaldırmak istiyorum. Aldığım koca nefesi dışarı üflerken hayatımdan kaç saniye daha gittiğini düşündüm. Bana kader demişti. Alnımızda ne yazıyorsa o demişti eray. Evet doğru kimse buna engel olamaz zaten. Acaba benim kaderim nasıldı. Nasıl bir ölüm bekliyor beni. Belki bir trafik kazası, belki bıçaklanma, belki de kalp krizi. Hayat çok garip çok acımasız. Gözlerimi kapattım ve yorgunluğun verdiği hisle uyumaya başladım. Yarın benim için zor olacaktı. Eray'a son görevimi yapacak ve onu sonsuzluğa uğurlayacaktım. Son zamanında onu öperken ve seni seviyorum derken içimde parsa karşı bir vicdan azabı çekmemiştim. Gariptir ki bazı kızlar aldatmış gibi hisseder fakat ben öyle hissetmiyordum. O fotoğrafı görmesem bile onu öperdim. O yıllarca kalbinde bir tek beni taşımış, hiçbir kızı almamış bir adamdı. Bunu hak ediyordu. Ölüme giderken bile sevdiği kızın dudaklarından seni seviyorum lafını duymayı her erkek isterdi. Badem gözlüme bu bile azdı daha fazlasını yapmalıydım. Daha fazlasını düşünmeden uykuya verdim kendimi. Gözlerimi açtığımda gökyüzü hala kapkaraydı.  Telefonumu elime aldığımda gecenin üçüydü. Aşağıya inip damacanadan bardağa su doldurdum. Ağlamaktan ağrıyan başım için dolaptan bir ağrı kesici içip geri döndüm odama. Tekrar gözlerimi kapatıp ve açtığımda bu defa gündüz olmuştu. Yine telefondan saate baktım. Saat on buçuk olmuştu. Kalkıp valizden kendime siyah pantolon ve siyah bir şifon gömlek aldım. Hava yazın en sıcak günleriydi. Tuvalete gidip işlerimi hallettikten sonra aşağıya indim. Annem sofrayı hazırlamış babam ve abimde koltukta oturmuş televizyona bakıyorlardı. Beni görünce abim kalkıp yanıma geldi. Yüzümü avuçlarına alıp alnıma öpücük bıraktı.

Pars'ın HatunuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin