"Cassandra!" İkinci kez arkadaşıma seslenişimin ardından yine bir cevap alamamıştım. Etrafıma kısa bir süre endişe ile bakıp tekrar aramızda fazla mesafe olmayan yeşil dağa doğru döndüm. "Cassandra buraya gel artık." Olabildiğince kısık bir sesle beni duymasını umarak bir kez daha seslendim.
Burada daha yüksek bir sesle konuşamazdım çünkü her an ağaçların ardından karşımıza bir kurt ya da daha kötüsü bir asker çıkabilirdi.
Kral yaşadığımız kasabanın insanlarının ormana girmesine dahi izin vermiyordu. Kurt çıkarsa şanslıydık, bizi acı çektirmeden öldürürdü ama eğer bir askere yakalanırsak bizi saraya kapatıp köle olarak kullanırlardı. Ya da bizi satarlardı. Acılı ve yavaş bir şekilde ölürdük. Ölmek istediğimden değil, sadece söylüyorum. Eğer ölürsem kurt tarafından parçalanmayı tercih ederdim.
"Cassandra gitmemiz lazım, lütfen. Eğer biri bizi burada görürse işimiz biter. Açıklama yapmamıza bile izin vermezler." Sonunda onu görebileceğim bir şekilde dağın uç kısmına geldiğinde rahatça nefesimi verdim. Bir an gerçekten beni burada bırakıp gittiğini düşünmeye başlamıştım.
"Bu kadar korkak olma, işte gidiyoruz. Ayrıca beni tebrik etmelisin çünkü onu buldum."
Sevinçle çığlık attığında yüzümü buruşturup sessiz olması için elimi salladım. Elindeki her beş yılda bir çıkan önemli bir çiçeği saçlarının arasına tutuşturdu ve gülümsedi.
Cassandra oldukça güzel bir kızdı. Yanaklarının üzerinde onu doğal gösteren çilleri vardı ve belirgin elmacık kemikleri ile oldukça çekici görünüyordu. Kızıl, dalgalı saçları beline kadar uzanıyordu ama boyu benden daha uzun değildi. Bu yönden avantajlı olan kişi bendim ve bu avantajı kullanmaktan asla çekinmezdim.
"Tamam gerçekten, gidelim hadi." Bir an duraksayıp arkamda benim göremediğim bir yere odaklandı. Yüzündeki gülümseme yavaşça söndüğünde oradaki şeyi görmek istemediğimi düşündüm. Belki bir kurttu ve bu yüzden ani bir hareket yapmamak için özen göstermeliydim.
Arkamdan gelen silahın mermi doldurulduğunda çıkan sesi ile bedenim aniden irkildi. Artık kurt olmadığından emindim. Ensemde metalin soğukluğunu hissettiğimde dudaklarımın arasından bir inilti çıktı.
"Ellerini kaldır ve arkanı dön," dedi kabaca bir ses. Hareket etmedim. "Dediğimi yap yoksa seni vururum."
Ellerimin şiddetle titrediğini düşünmemeye çalışarak omuzlarım hizasında kaldırdım ve yavaşça arkamı döndüm. Krallığın askerlerinden biri karşımda dikiliyordu.
Askeri şöyle bir süzdüğümde giyiniş tarzımızın arasında dağlarca fark olduğunu fark ettim. Benim kumaştan yapılmış, sert eski elbisem ile onun ipek üniforması ve üzerindeki koruyucular karşı karşıya bile gelemezdi.
"Burada ne arıyorsunuz?" dedi elindeki silahı başım hizasında kaldırıp. Bir adım geriye gitmeyi denedim ama yerimden dahi kıpırdayamıyordum. "Cevap ver."
"Biz sadece... dağın arkasındaki bir şeye bakmak için gelmiştik." Kalbimin ağzımdan çıkacağını düşünmeye başlamıştım. Başımı çevirip Cassandra'ya baktığımda hiçbir şey söylemeden orada dikiliyordu. Benim hiçbir suçum yoktu ve birazdan kafası patlayacak olan bendim. "Lütfen, gitmemize izin verin, sizi burada gördüğümüz hakkında tek bir kelime bile etmeyiz. Bir daha gelmeyeceğimize söz veriyorum."
Aslında şu durumda eğer o bizi burada gördüğünü söylerse bizim için kötü olurdu. Ama ne diyeceğimi bile bilmiyordum, tek düşündüğüm şey buradan kurtulmaktı.
"Hayır," diye başladığında nefes alışverişlerim yavaşlamıştı. Benimle konuşacağını düşünmemiştim. Hatta beni hemen öldürmesini bekliyordum ki şu durumda bunu yapmadığı için seviniyordum. "Sizi öylece bırakacağımı mı düşündünüz?" Tiksinmeme neden olacak bir şekilde gülümseyip üzerinde yamalar olan uzun elbiseme baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
FanfictionBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...