Kulaklarıma dolan birkaç çıtırtı ve adım sesleri ile gözlerimi araladım. Yatağımdan kalkmak için doğrulmaya çalıştığımda sırtımdaki keskin acı, bir ağacın tepesinde olduğumu ve hiç bilmediğim bir yerde olduğumu yüzüme vurmuş; ayrıca günümün ne kadar berbat geçeceği gerçeği ile de erkenden yüzleşmemi sağlamıştı.
Sanırım boynum tutulmuştu ve sırtım ağacın yüzeyinden dolayı yara olmuştu. İki yana sarkıtmış olduğum bacaklarımı dalın üzerinde birleştirdim ve elimle daldan destek alarak doğruldum. Sırtımı dikleştirip elimi elbisemin sırt kısmına götürdüm. Elime gelen ıslaklık ile gerçekten kanadığını öğrenmiş oldum. Yüzümü buruşturup elime bulaşan az miktardaki kanı ağacın büyük gövdesine sürdüm.
Az önce duyduğum sesleri tekrar duyunca temkinli bir hareketle aşağı doğru baktım. Yükseklik korkumun olmaması iyiydi çünkü eğer öyle bir şey söz konusu olsaydı şuan bayılabilirdim.
Diğer yandan güneşin ışınları gözlerime girdikçe buraya çakılı kalma isteğim çoğalıyordu. Ama olduğum yere doğru gittikçe yaklaşan birileri ya da bir şey vardı.
Elimi çantama götürüp yayımı çıkardım ve oklardan birini yaya yerleştirerek ayağa kalktım. Dikkatli bir şekilde aşağıya bakıyordum ki aniden bir gölge hızlı bir şekilde çalılıkların arkasından çıkınca kendimi kontrol edemeyip kısık sesli bir küfür ettim ve yayımı gererek oku çalılıkların arasından çıkan şeye doğru fırlattım. O şey her neyse ne olduğunu görememiştim ama onu vurduğum konusunda emindim.
Kabaca bir sesin acı dolu iniltisi kulaklarıma dolduğunda dehşete kapıldım. Artık onun bir insan olduğundan emindim. Ve her kimse onu vurmuş olmalıydım.
Bir insanı vurmuştum.
"Aman Tanrım," diye fısıldadım dehşete düşmüş bir halde.
İyi olup olmadığına bakmak için dikkatli bir şekilde ağacın dallarından tutunarak aşağı doğru indim. Ayaklarım yere bastığında birkaç metre ötemde kolu ağaca az önce attığım ok ile sabitlenmiş siyah pelerin içerisindeki biri ile karşılaştım. Siyah saçları terli alnının üzerine dökülmüştü ve aldığı kesik soluklar ne kadar uzun süredir koştuğunu ya da ne kadar uzun süredir yolda olduğunu anlatıyordu.
"Aman Tanrım," diye tekrar ettim korkuyla. "Çok özür dilerim, seni kurt sanmıştım." Hızlıca yanına doğru gittim.
Bana bakmaya tenezzül bile etmemişti ve bunun için ona kızmıyordum. Biri beni okuyla vursaydı ben de onun yüzüne bakmazdım. Ne yapacağımı bilemeden kanlar süzülen koluna parmaklarımı götürdüm.
"Dokunma," diye tısladı elini elimin üzerine götürüp çekmeden önce. Sesi kadife kadar yumuşaktı ve bu beni daha da suçlu hissettiriyordu.
"Çıkarmana yardım etmek istiyorum."
"Gömleğimin alt kısmını yırt," dedi okun olduğu yeri eli ile baskı yaparken. Bu kadarı çok fazlaydı, bayılmak üzereydim. "Yap şunu hadi."
"Ama..." Delici bakışlarını üzerimde hissettiğimde dediği gibi yapıp gömleğinin alt kısmını tuttum ve ipek kumaşı çekiştirerek bir kısmını yırttım.
"Kolumun üst kısmına dola, oktan fazla uzak olmasın." Dediği şeyi yaparken yutkunmadan edemedim.
Yüzündeki lekelere karşı güneş gibi parlayan ela rengi gözleri kumaş parçası ve okun olduğu yere doğru gidip geldi. Kumaşı bağlayıp sıktım.
"Şimdi ne yapmam gerekiyor?"
"Ben buraya baskı uygularken..." dedi elimi alıp yarasının yanına götürmeden önce. Teni o kadar yumuşaktı ki bir pamuğa dokunmuş gibi hissettim. Kendimden geçmiş bir halde yüzüne bakmaya devam ediyordum ve her ne dediyse duymamıştım. "Tanrı aşkına, kolumu kaybetmek istemiyorum. Söylediğim şeyleri neden dinlemiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
FanfictionBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...