Yanlışlıkla 9. bölümü yayımlamıştım umarım okumamışsınızdır:'))
Günün en sevdiğim zamanı güneşin tam doğarken ortaya bıraktığı kızıl ve turuncu renklerinin karışımının gökyüzüne hakim olduğu zamandı. Evim çoğu eve göre küçüktü, olağanüstü bir görünüşü de yoktu ama en azından manzarası vardı.
Küçük penceremden ormanlığın tüm yeşilliği görünüyordu. Ve arkasından doğan güneşin her bir santimini görebiliyordum. Ormana her baktığımda o hastalıklı his içimi kaplıyordu. Hayat buradan ibaret değildi. Dahası da vardı. Buradan başka, benim yaşadığım yerden başka. Dışarıda yaşam vardı.
Güneşin yavaş yavaş doğuşunu penceremin küçük bir kısmından görebiliyordum. Çok uzun süredir gözlerim açık bir şekilde karşımdaki ıssız, ormanlık alana bakıyordum. Uyumamıştım. Uyuyamamıştım.
Onun şuan ne yaptığını düşünmeden edemiyordum. Bu muhtemelen yaptığım en büyük aptallıklar listesinde ilk beşe girse bile, onu her aklımdan attığım zaman kalbimin üzerinde bir sancı oluşuyordu.
Sonunda pes edip yatağımdan çıktım. Odamın yeterince karanlık olması yürümemi zorlaştırıyordu ama mutfağa açılan kapıyı elim ile duvarları yoklayarak bulabilmiştim. Başta ses çıkarmamaya çalıştım ama artık yalnız olduğumu hatırlayınca bunu umursamadım. Bir bardak su aldıktan sonra tekrar yatağıma döndüm.
Artık etraf gözle görülebilir bir şekilde aydınlanmaya başlamıştı. Yapılan şenliklerden sonra ertesi gün genellikle güvenlik aramaları yapılıyordu. Ve bugün de her an kapımın bir asker tarafından zorla açılacağına bahse girerdim. Tabii bunun olmamasını umuyordum.
Ama dalgın bir şekilde pencereden dışarı bakarken tıpkı Cassandra'nın çiçeği aldığı akşamki gibi bir at arabası ortalık yerde durunca artık bir şeyler umut etmenin çok geç olduğunu anladım. Muhtemelen evime bir iki defadan fazla girmişlerdi ve beni burada göremeyince deliye dönmüşlerdi. Bu böyle işliyordu. Ve artık korkutucu olmaktan çok sinir bozucu olmaya başlamıştı. İstedikleri an insanları evlerinde bulamadıklarında ortalığı savaş alanına çeviriyorlardı. Çok saçma bir sistemdi. Zaten benim endişelendiğim şey bu değildi; endişelendiğim şey tam olarak bana verecekleri cezaydı.
Ben zorunlu görevlilik arayışından kaçmıştım.Beni ya öldürürlerdi ya da gerçekten ben beni öldürmeleri için yalvarana kadar sarayda çalıştırırlardı. Orada krala ve soylulara hizmet ederek yaşlanan bir görüntümü hayal edince bile beynimde kıvılcımlar çakıyordu.
Kapım şiddetle çalındığında yutkundum ve bardağı yatağımın yanına koydum. "Daha bir gün bile olmadı buraya geleli," diye homurdandım yatağımdan kalkıp dengesiz bir şekilde kapıya doğru ilerlerken.
Kulpundan tutup açtığımda silahları iki tarafına asılı dört tane asker karşıma çıktı. Kırmızı üniformaları ve ciddi bakışları ile beni süzdükten sonra öndeki yüzük kapalı kişi omuzlarını kaldırdı ve onlara izin vermem için gözlerimin içine baktı. Sanki bunu yapmazsam olacaklar hakkında beni bilgilendiriyordu. Bir uyarı gibiydi.
Yapmam gerektiği gibi ellerimi omuzlarımın hizasında kaldırdım ve içeri girmeleri için geriye çekildim. Kapıyı arkalarından kapatıp bana döndüler. "Arama ve el koyma yetkinize itaat ediyorum." Bu kelimeleri söylemeden hiçbir eşyama veya bana zarar veremezlerdi. Ama söylemek her zaman bizim için daha iyi oluyordu. Bu yüzden aslında pek seçim şansı bırakılıyor diyemezdim.
Hepsi tek tek evimin içerisine dağılıp eşyalarımı kurcalamaya başlarken yerimde rahatız bir biçimde kıpırdandım. Yüzü kapalı olan dışında hepsi ortadan kaybolmuşlardı. O karşımda dikiliyordu ve etrafı seyrediyordu. Aniden bana dönünce kalbimin atış hızı yükseldi.
![](https://img.wattpad.com/cover/49362802-288-k961964.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
FanfictionBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...