"Bunun sana verdiğim son şans olduğunu biliyorsun. İyi değerlendirsen iyi edersin çünkü asla üçüncü bir sefer olmayacak."
"Biliyorum, Brooklyn. Ama söz veriyorum yanlış bir şeyler yapmamaya çalışacağım." Kaşlarını çatarak bakışlarını yere indirdi.
"Şimdi bana neden senin odanda olduğumuzu söyleyecek misin?"
"Şey... hoşuna gidebilecek birkaç şey buldum. Tabii sen de istersen." Yatağının üzerindeki kıyafetleri yeni fark ediyordum. Bir pantolonla beraber uzun bir gömlek ve bir tane de pelerin vardı. "Bu tür şeyleri sevdiğini biliyorum." Tek elini ensesine götürüp yavaşça ovaladı ve bakışlarını yüzüme ulaştırıp vereceğim tepkiyi bekledi.
"Ben..." Cümlemi hemen tamamlayamamıştım çünkü bunu yaptığı şey ile biraz şaşkınlığı uğramıştım. "...teşekkür ederim. Hatırlamana sevindim."
"Bir de bunlar var," dedi yere eğilerek. Tekrar ayağa kalktığında elinde yay ve oklarla beraber ok çantası vardı. Dudaklarımı şaşkınlıkla araladım ve ne kadar sevindiğimi saklama gereği bile duymadan sevinçle çığlık attım.
"Aman Tanrım!" İki elimi ağzıma götürdüm ve hızlıca yanına gidip elindeki yayı aldım. "Teşekkür ederim."
"Beğenmene sevindim." Yüzünde bir gülümseme ile içi dolu ok çantasını bana doğru uzattı. Tereddüt bile etmeden aldım. "Giyinmen için seni yalnız bırakayım."
O odadan çıktıktan sonra kıyafetlerimi yatağın üzerindeki kıyafetler ile değiştirdim ve pelerini de giydikten sonra ok ve yayları iç kısmına yerleştirdim. Artık tam olarak kendim gibi hissedebiliyordum. O elbiseler içindeyken kesinlikle sadece görünüşüm değil davranışlarım da değişiyordu. Tamamen kendim gibi göründüğümde kendimi daha güçlü hissedebiliyordum. Sanki birden bire o sürekli ağlayan acı içerisindeki kızı içimden atmış gibiydim.
"Eğer sorun olmazsa nereye gittiğimizi sorabilir miyim?" dedim kapıyı açarken.
"Bence gidene kadar beklemelisin." Bana doğru döndü ve öksürdü. "Lanet olsun."
"Ne? Bir sorun mu var?" dedim etrafıma bakarak. O kral bozuntusunun buralarda bir yerlerde olduğundan korkmuştum.
"Hayır bir sorun yok... sadece sen... tıpkı şey gibi görünüyorsun..."
"Kendim gibi," diyerek sözünü kestim. "Ben sadece kendim gibi görünüyorum."
"Ben de öyle diyecektim zaten." Elini kaşına götürerek gülümsedi. "Gidelim mi?"
Başımı salladım ve yürümeye başladık.
Garip bir şekilde, dışarıya çıkana kadar pek fazla kişi görmemiştim. Sanki bugün hepsi bir yere çekilmiş gibiydi. Ama sarayın ön bahçesine çıktığımızda ilk gördüğüm şey bir tane at ve yanında dikilen adamdı. Zayn'i görünce eğildi ve gülümsedi.
"İstediğiniz at hazır efendim." Yanındaki atı işaret etti ve yelesini okşadı.
"Teşekkür ederim, Tom." Bana döndü. "Brooklyn, seni Leydia ile tanıştırayım."
Tek kaşımı kaldırıp, "İnsanlar neden hayvanlarına garip isimler veriyor anlamıyorum." dedim. Mason'un köpeğine verdiği garip isim aklıma gelmişti.
"İsminin garip olduğunu sanmıyorum," dedi Leydia'nın kafasını okşayarak. "Sence garip mi, Tom?"
"Ben de uygun bir isim olduğunu düşünüyorum." Öksürdü ve bana doğru döndü.
"Yapma, karşındakinin prens değil de normal bir insan olduğunu düşün. Cevabın yine evet olur muydu? Dürüst ol."
"Şey," dedi Zayn'e dönerek. "Belki biraz değişik olabilir."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
FanfictionBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...