Pazar sabahı güneş doğalı henüz bir saat bile geçmemişken Zayn beni uyandırmaya çalışmıştı. Ben uyanmayınca da yüzüme biraz su dökmüş ve zorla yataktan kaldırıp mutfağa götürmüştü. Masadaki elime çenemi yaslayıp yarı uyur şekilde etrafa bakıp neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ki konuşmaya başlaması ile sıçrayarak geriye yaslandım.
"Erken uyanmak her zaman iyidir," dedi tezgahta sandviç hazırlarken. "Ayrıca çalışmaya da daha dinç başlaman gerek. Bunu sadece erken uyanarak yapabilirsin."
"Pazar günleri uyumak için vardır," dedim gözlerimi ovup esnerken. "En azından neler olduğunu bana açıkla. Gittiğimiz yerde uyuyabilir miyim?"
"Hayır, yapacak daha güzel şeyler var emin olabilirsin. Tabi biraz yürümemiz gerekecek." İki tane elma ve bir ekmek daha alıp plastik sepetin içine yerleştirdi.
"Yürümek mi?" Başımı sızlanarak duvara yasladım ve onun buna karşı güldüğünü duydum. "Bırak şurada uyuyayım işte."
Sepeti bana doğru uzatarak konuştu. "Sadece biraz dedim. Atın yanına gidene kadar. İçine yüzmek için bir şeyler giydin değil mi?"
"Evet," dedim yanaklarıma ateş bastığını hissederken. Bu aptal sorudan utanmama bir anlam verememiştim. Elindeki sepeti alıp ayağa kalktım. "Yüzeceğimizi biliyorum en azından. Bundan emin misin? Hava eksi derecelerde bile olabilir dışarıda güneş olması hiçbir şey değiştirmiyor." Beni dinlemeden yürümeye başladı. Evden çıkıp ormana doğru girince konuşmaya devam ettim. "Ayrıca... en son beni yüzmeye götürdüğünde neler olduğunu hatırlamıyor musun? Bence benim yüzmem lanetli. Bir keresinde annemle derede yüzdükten sonra kafamı yarmıştım."
"Ne yaptım dedin?" Gülmeye başlayıp kısaca bana baktı ve ilerlemeye devam etti.
"Söylüyorum sana. Sonra da annem neredeyse elini koparacaktı. Babam odun toplarken olmuştu. Biz yüzdükten hemen sonra." Yakasından tutup durdurdum. "Yakında sen de bir parçanı kaybedersin bak."
Bol kıyafetini sıkan elimi çekerek nefesini verdi. "Benim için bu kadar endişelenme."
Kaşlarımı çattım. "Endişelendiğimi nereden çıkardın? Sadece uyarıyordum, kendin bilirsin." Elimi savurup bu sefer ben önden gittim.
Bir şeyler mırıldanıp arkamdan geldiğini duydum. Birkaç saniye sonra aramızı kapatmıştı. Çakıl yoldan çıktık ve ağaçların arasına girdik. Tüm o çalılıklara çarparken etraftaki böcekleri ve keneleri düşünmemeye çalıştım. Hava nemliydi, ne dondurucu şekilde soğuktu ne de kendimizi yeterince ısınmış hissedeceğimiz kadar sıcak. Ama yine de suya girecek kadar sıcak olduğunu düşünmüyordum. Tam ne kadar uzun yürüdüğümüzden şikayet etmeye başlayacaktım ki önümüzdeki dar yoldan çıkıp geniş bir alana geldik. Kolumdaki sepeti düzelterek önümüzdeki beyaz ata baktım.
"Seni güzel şey!" diyerek güldüm ve atın yanına giderek tüylerini okşadım. "Ne kadar güzelsin sen."
"Bu sefer ismini ben seçmiyorum. Son hatırladığıma göre hayvanlarıma verdiğim isimlerden haz etmiyordun."
Burnumu kırıştırarak başımı salladım. "Kesinlikle." Biraz düşünürken atı sevmeye devam ettim. "Senin adın Mona olmalı."
"Hah!" diye bağırdı Zayn. "Benim isimlerimi beğenmeyene bakın."
"Kapa çeneni."
Ata bindiğinde elimden tutarak beni de çekti ve sepeti aramıza aldıktan sonra ellerimi beline doladım. Mona yavaşça hareket etmeye başladığında sandığım gibi sarsıntılı bir başlangıç yapmadık. Yolun geri kalanında da hızlanmamıştı ki bu iyi bir şeydi. Bir süredir yolda gidiyorduk ve derince iç çekerek başımı sırtına yasladım.
![](https://img.wattpad.com/cover/49362802-288-k961964.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
Fiksi PenggemarBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...