"Brooklyn," Gerçek hayattan fazlasıyla uzak olan rüyamın arasında birinin bana seslendiğini duydum. "Brooklyn, uyan."
Sesi kafamın içerisinden atıp ağaçtan ve hatta eski yatağımdan daha yumuşak bu yataktan kalkmamak için gözlerimi açmadım. Buraya yattığım an uykuya dalmıştım ve kalkmak gibi bir niyetim de yoktu. Böyle bir şeyi hayatımda ilk defa yaşıyordum, öylece bir köşeye atamazdım.
"Uyanman gerek," dedi aynı ses. Bu sefer sesin sahibinin sıcak nefeslerini yanağımın üzerinde hissedebiliyordum. Hareket etmeden uyumaya devam ettim. Belki de ölü numarası yaparsam giderdi. "Petrova, ya uyanırsın ya da seni kucağıma alıp nehre atarım."
Ve o an nerede olduğumu hatırladım. Ve kiminle olduğumu. Bu yumuşak yatak ve harika rüyalarım işte burada son buluyordu. Hayatta olduğuma dair bir işaret vermek için yerimde kıpırdandım ve gözlerimi yavaşça araladım. İçeri giren sabah güneşine alışmak için gözlerimi bir süre kısmam gerekmişti. Olduğum yerde doğruldum ve tam karşımdaki esmer çocuğa baktım.
"Beni bu kadar erken uyandıracak kadar önemli ne oldu?" dedim başımı ovarak.
Bana şu anki görüntümden dolayı canavar görmüş gibi bakacağını düşündüm ama bakışları oldukça normaldi. Benim her bir saç telim olmaması gereken yerlerdeyken onun saçları sanki özenle taranmış ve şekil verilmiş gibi görünüyordu ve bu yüzden ilk defa görünüşümden utandığımı hissettim.
"Bir şey olmadı, bana yemek yapmanı istiyorum." Gözlerim birden irileşti, boş bir şekilde yüzüne bakmaya başladım.
Ve daha sonra güldüm. Kelimenin tam anlamı ile kahkaha atmıştım.
"Az önce ne dedin sen?" Kahkahalarımın arasından zorla konuştum. Daha sonra sesimi ciddileştirerek "Eğer bir şeyler yemek istiyorsan git ve kendin hazırla," dedim.
"Ben hiçbir zaman kendime yemek hazırlamadım." Kaşlarımı çatıp ciddi olup olmadığını anlamaya çalışırken omuzlarını silkti.
"Ne, ciddi misin? Nasıl yani?"
"Öyle işte, yemeğimi başkaları hazırlıyordu."
"Nesin sen kraliyet ailesinden gelen bir soylu mu?" Cümlemi bitirip gözlerinin içerisine baktığımda biraz gerildiğini hissettim. Kötü bir şey söylememiştim ama bana bakışı bunu ima ediyordu.
"Hayır... hayır eğer öyle olsaydım şuan burada olmak yerine sarayda olurdum değil mi?"
"Pekaaala."
"Neden bunu konuşuyoruz?" dedi başını ovarak. "Bana yemek yapacak mısın yapmayacak mısın?" Yüzündeki ifadenin sertleşmesine karşı kafam karışmıştı.
Hayır, dedim kendi kendime. Eğer onlardan biri olsaydı şimdiye kadar beni ya öldürürdü ya da cezalandırırdı. Ayrıca haklıydı, eğer onlardan biri olsaydı dağdaki aptal bir kulübe yerine sarayda olurdu.
"Tamam, bana birkaç dakika izin ver. Mutfakta kurutulmuş et var, eminim içecek bir şeyler de bulabilirsin." Başını salladı ve yataktan kalkarak odadan çıktı.
Davranışları garipti ama bu konuyu daha fazla düşünmedim. Dolabı açıp biraz kurcaladıktan sonra üzerime olabilecek bir elbise buldum. Kumaşı benim bir yıllık ihtiyaçlarımı karşılayabilecek parayı almama yetecek kadar değerli duruyordu. Ama şuan bunu düşünemezdim çünkü düşünecek daha önemli konularım vardı.
Buradan nasıl çıkacağım, kasabaya geri dönüp dönemeyeceğim ve dönemezsem hayatımın geri kalanını nasıl geçireceğim gibi konular hakkında. Ve eğer bu ani ruh hali değişimleri yaşayan, her saniye gülen ve istediği yerine getirilmeyince somurtan yabancı ile hayatımın geri kalanını geçirecek olursam kendimi kurtlara yem olarak atardım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fire Empire (Askıda)
FanfictionBir zamanlar bir krallık varmış; ihtişamlı, en ince ayrıntısına kadar özenilmiş duvarlar ile süslenen. İnsanlar bu krallığa Ateş Krallığı demiş. Zayıflıkları tarafından yenilen, sonu olmayan bir çukura düşmüş olan bir kız ve en az kız kadar acı ve m...