Barış'ın ağzından :
Sabah zar zor uyanabilmiştim. Eşime baktığımda yemek yiyiyordu. Ne ara? Yemek saati mi gelmişti yoksa? Saate baktım. Ve 9'a geliyordu. Niye ben geç kalkmak zorundaydım. Eşime;
- Günaydın.
Dedim. O da uyandığımı yeni anlamış olmalı ki şaşırdı.
- Aah. Günaydın. Ne zaman uyandın?
- Daha yeni. Afiyet olsun.
Diyerek Yerimden kalktım. Ve tuvalete doğru ilerledim. O sırada eşim arkamdan ' sağol' demişti. İlla cevap vermek zorunda değildim ki. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra tekrar geri geldim. Bu sefer de o yemeğini yerken ben de başka bir soru sordum.
- İyi misin? Nasılsın?
- Çok daha iyiyim. Hatta hiçbirşeyim kalmadı.
- Hadi bakalım. Sen ne ara uyandın?
- Çok oldu. Yani bi 20 dakka falan olmuştur yani.
Kafamı salladım ve koltuğa oturdum. Eşimin yemeğini bitirmesini beklerken ben de telefonumla oynuyordum. Çok geçmeden de bitirmişti zaten.
- Ben tepsiyi alayım. Sen bekle ben geliyorum.
- Ya bıraksana işte. Gelip alıyorlar. Uğraşma.
- Olmaz. Götürüyorum işte. Hem bana spor da olmuş oluyor.
Küçük bir tebessüm etti. Ardından odadan çıktım. Bir maceraya falan girmeyecektim. Hemen tepsiyi bırakıp geri dönecektim. Bu kadardı yani. Ben bunları içimden geçirirken tepsiyi bırakmış hatta geri dönüyordum bile. Ve odaya girdim. Tekrardan koltuğa oturdum. Akşama kadar burada böyle bir de sessiz kalmak tercihim değildi. Bir şeyler yapmak istiyordum. Bir anda doktorun bana dün dedikleri aklıma geldi. Ne demişti? ' hastamız iyiye doğru gidiyor. Hastalığından dolayı yürümekte zorlanıyor. Mümkün olursa eşinizle beraber dışarıya çıkabilirsiniz. Tabii öncelikle kendisi istemesi gerek.' Sadece bu kadardı aklıma gelenler. Aslında dışarıya çıkmanın kötü birsey olmayacağını düşündüm. Zaten bir kaç gündür dışarıya çıkmıyordu. Hava, temiz oksijen ona iyi gelecekti. Eşime sordum.
- Yürüyebiliyor musun?
- Evet.
- Hmmm. Dışarı çıkalım mı?
Hem şaşırdı hem de sevindi. Ben de olsam böyle yapardım. Sevinçle;
- Tabikide çıkalım. Kaç gündür çıkamıyordum zaten. Dışarıya özledim valla.
- Peki öyleyse sen hazırlan. Ben de seni bekleyeyim.
- Tamam sen bekle öyleyse.
- Yardıma ihtiyacın varsa söyle.
- Yok. Artık tek başıma Yürüyebilirim.
- Peki.
Dedim. Ve yavaş yavaş yattığı yerden doğruldu ve ayağa kalktı. Bana biraz gülümsedikten sonra dolabına doğru yürüdü. Tabii ben de ona gülümsemiştim. Dolaptan kıyafetlerini eline alıp yatağın üzerine koydu. Ve bana dönüp;
- Sanırım burada başka bir oda yok.
- Evet.
Dedim sakince. Tekrardan heryere baktıktan sonra bana tekrar dönüp konuştu.
- O zaman dışarı çıkmalısın.
- Peki. Ben kapının önündeyim.
Kafasını salladı. Ve ben de dışarı çıktım. Normalde uzun giyinen birisiydi. Yani uzun bir sürede. Şimdi hastayken daha da uzun bir sürede giyinecekti. Yani muhtemelen. Ben bunları eşimin yanında söylemiş olsaydım bana 'ben hasta değilim artik' derdi. Yani ben öyle tahmin ediyordum. Bir süre bekledikten sonra - tabi bu süre yarım saat kadar bir süre- sonunda odadan çıkabilmişti. Hasta olduğu için birşey demiyordum.
- Çok beklettim mi?
- Hayır.
Dedim. Ve dışarıya çıkmak üzere koridorda ilerledik. Daha sonra da dışarı çıktık. Ve çıkar çıkmaz eşim durdu. Derin bir nefes aldı ve bana döndü.
- Bu temiz oksijen beni kendime getirdi. Gerçekten de özlemişim.
- Gel bi istersen dolaşalım.
Kafasını salladı ve hastanenin bahçesinde dolaşmaya başladık.
***
Hastanenin bahçesini tam 7 kez turlamıştık. Bahçe de büyük olduğu için beni ve eşimi yormuştu. En sonunda durdum ve eşime sordum.
- İstersen biraz dinlen.
- Tamam şuraya oturalım o zaman.
Daha sonra boş bulduğumuz bir banka oturduk. Ve sessiz kaldık. En sonunda konuşan yine ben olmuştum.
- Yoruldun mu?
- Biraz. Ama buna değer.
- Kendini yorma malısın?
- Bak dinleniyoruz işte.
- Sonra da çıkabiliriz. Hadi gel gidelim artık.
- Ama istemiyorum.
- Sonra çıkabiliriz. Hem bu senin sağlığın için.
Her ne kadar istemiş olmasa da geri dönmek zorundaydık. En sonunda buna kabullenmişti. Be yerinden kalkıp yürümeye başladık. Biraz yürümenin ardından odaya varmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
AdventureAylarca en yakın arkadaşına ulaşamıyorsun. İşin kötüsü Nerede ve ne yapıyor bunu bilmiyorsun. Hiç düşünmek istemediğin, ama düşünmeden de edemediğin "acaba öldü mü?" Korkusu... Ünlü bir arkadaşının kaybolması ardından televizyonlar da ve gazetelerde...