En sonunda müdürün odasını zar zor bulabilmiştik.
- Buyrun, buyrun! Şöyle oturun.
Biz yerimize geçerken müdür tekrardan konuştu.
- Bişey içmek ister misiniz?
Hepimiz 'Hayır' demiştik. Yeniden konuştu.
- Öncelikle şunu söylemeliyim ki, korkulacak birşey yok.
Hepimiz biraz da olsa rahatlamıştık. Ama, biraz! Müdür masada ki bir Çekmeceyi açıp içinden bir cd çıkarmıştı. İyice meraklanmıştım. Veya meraklanmıştık. CD'yi bilgisayara takarken konuşmasını sürdürdü.
- Biz kamera görüntülerini incelediğimiz için biraz geciktik. Ama yine de bişey bulabildik.
Ve ardından bilgisayara bize doğru çevirdi.
- Bakın! Cenk Atahan geliyor ve gördüğünüz gibi herhangi bir banka oturuyor. Çok geçmeden de yerinden kalkıp gidiyor.
Merve şaşırmış bir şekilde konuştu.
- Bu kadar mı?
- Evet yalnızca bu kadarını bulabildik.
- Cenk Atahan'ın olduğuna emin misiniz?
Dedim konuyu degistirmek amacıyla.
- Evet bir çok kez baktık ve o kişiCenk Atahan.
- Peki ya orası neresi?
Dedi Emel teyze.
- Karşıyaka sahil.
Kaç kez oralara baktık ama birsey bulamadık. Doğru. Bunun için polis olmak gerek ya. İsmini bilmediğim müdür tekrardan konuşmasına devam etti.
- Sizin için her ne kadar bir önemi olmuş olmasa da bizim için önemli bir sonuç. Bu arada kusura bakmayın kaç gündür bekletiyoruz ve yalnızca buna ulaşabiliyor sunuz. Hem de sizin için bir anlamı olmuş olmasa bile...
Söze girdim.
- Yok! Siz zaten görevinizi yaptınız. Ne de olsa bunu anlayabilmek için polis olmak gerek. Üstelik kusura falan bakmıyoruz. Tam tersine teşekkür ederiz.
Müdür 'ne diyor bu gerizekalı' der gibi bir bakış attıktan sonra tekrar konuşma gereği duydum.
- Yani, biz de kaç gündür arıyoruz Cenk arkadaşımızı. Ama bulamıyoruz. Üstelik tüm İzmir'i dolaşmamıza rağmen. Ama siz, hemen bulabildiniz. Yani bunun için teşekkür ederim.
- Teşekkürler. Şu an da hâlâ araştırmalarımız sürüyor. Siz zaten bize durumu bildirir bildirmez biz hemen araştırmaya başlamıştık. Bunun için hiç bir şüpheniz olmasın. Elimize bir sonuç geçtiğinde size tekrardan haber veririz.Ve hepimiz yerimizden kalktık. Müdürle el sıkıştıktan sonra bu sefer ben konuştum.
- Sizden birşey isteyebilir miyim?
- Tabii.
- Bu... Bu Cenk Atahan olayını kimseye söylemeseniz.
- Nasıl yani?
- Yani haber olsun istemiyoruz. Ne televizyonda çıksın ne de gazeteler de... Kimsenin haberi olmasın istiyoruz. Mümkün müdür acaba?
- Tabii, tabii. Elimden geleni yaparım.
- Teşekkür ederim.
- Ne demek. Bu arada isminiz neydi acaba?
- Tolga. Sizin?
- Bülent.
Sonunda ismini öğrenebilmiştim. Arkadan Çağla'nın sesi duyuldu.
- Öyleyse biz gidelim artık.
Ve müdürün odasından anca çıkabilmiştik. Peki ya şimdi ne yapacaktık. Yolumuza devam mı edecektik yoksa karşıyaka sahile mi bakacaktık? Bu zaman içerisinde aşağı inmiştik. Arabanın oraya yaklaştığımız da konuşmaya başladım.
- Peki ya şimdi ne yapacağız?
Çağla konuştu.
- Sence ne yapmalıyız?
Sesinde alaycı bir ses tonu vardı. Ben tam cevap verecekken Merve konuştu.
- Aslında eve gitsek iyi olur. Biraz yorgunum da.
Ardından Özlem hapşırmaya başladı. Çağla'ya dönüp alaycı bir ses tonuyla konuştum.
- Peki öyleyse gidelim.
***
Yol boyunca Özlem hapşırmadan durmadı. Hasta olabilirdi belki de. Bir an çok hapşırmaktan kalbi duracak diye Korkmuştum. Şaka şaka tabi ki de öyle birşey düşünmedim ama olabilirdi de yani. Eve geldiğimiz de Merve uyuya kalmıştı. Herkes arabadan indikten sonra Merve'yi kucağıma aldım ve evin içine hatta Emel teyzenin odasına kadar götürdüm. Bunu Emel teyze söylemişti bana. 'Merve'yi benim odama götür' diye. Aşağı indiğim de Özlem koltukta uzanmış Emel teyze de başında duruyordu. Çağla'da Özlem'e bakıyordu. Ben de Özlem'in oturduğu koltuğun karşısında ki koltuğa oturdum. Özlem tekrar hapşırdı. Gerçekten hasta olmuş olmalıydı. Ben konuştum.
- Özlem iyi misin?
- Bu kadar çok hapşırdığıma göre?
Çağla konuştu.
- Kendini nasıl hissediyorsun peki?
- Ne çok iyi ne de çok kötü.
Emel teyze konuştu.
- Cenk'te çok kez böyle hasta oluyordu. Ama ona yaptığım tedaviler sayesinde hemen iyileşiyordu.
Ardından Emel teyze Özlem'in ateşini ölçtü. Tekrar konuştu. Ama bu sefer Özlem'e konuştu.
- Çorba yapayım yer misin?
- Olabilir.
- Ama önce bir çarşaf getireyim.
Ve yukarı çıkmak üzere merdivenlere doğru yöneldi. Ben de oturduğum koltukta biraz daha yayıldım. Ve öyle konuştum.
- Öyleyse Cenk'i arama işi yarına kalıyor.
Der demez Çağla kafasını bana çevirdi. Bana 'Sen ne diyorsun be salak" der gibi bi bakış savurduktan sonra konuştu.
- N - nasıl yarına kaldı. Bugün şu an şimdi aramayacak mıyız yani?
Özlem'i işaret ederek konuştum.
- Görmüyorsun galiba. Özlem hasta.
- Olabilir. Ama Emel teyze iyileştirmeye çalışacak dimi.
- Ama çalışacak. Özlem böyle bir durumdayken dışarı falan çıkamam ben.
- Şimdi de bahanen bu olsun. Özlem hasta bahanesiyle evde oturacaksın. Ohh kebap.
- Çağla sen ne dediğinin farkında mısın? Tabii ki de burda ki kalma amacım oturmak değil. Yanında duracağım.
- Cenk'i önemseseydin böyle yapmazdın.
Özlem girdi araya.
- Gençler ortamı germeyin. Zaten bura da hastayım. Biraz saygılı olun.
Çağla'yla bakıştıktan sonra ona gel isareti yaptım. O da ' ne ' dercesine kafasını salladı. Onunla konuşacaktım. Ardından ayağa kalktım. Ve kolunu tutup konuştum.
- Sen bi gelsene.
- Nereye ya?
- Gel bi sen bi Gel.
Kolundan tutup yukarı kata doğru sürükledim. Ardından rastgele bir odaya girdim ve kapıyı kapattım. Muhtemelen bu oda fazla eşyaların bulunabileceği bir odaydı. Çağla konuştu.
- Neden getirdin beni buraya?
- Şimdi konuş bakalım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIŞ
AdventureAylarca en yakın arkadaşına ulaşamıyorsun. İşin kötüsü Nerede ve ne yapıyor bunu bilmiyorsun. Hiç düşünmek istemediğin, ama düşünmeden de edemediğin "acaba öldü mü?" Korkusu... Ünlü bir arkadaşının kaybolması ardından televizyonlar da ve gazetelerde...